Bizim Gaplar Galeyli

?Bizim gaplar galeyli

İçi dolu sarayli?

Bir Kütahya türküsünün nakarat bölümü böyle.

Bizler türkülerimizi bile bir yaşam biçimi olarak görmüşüz. Yaşadığımız her olayı türkü ile anlatmışız.

Yemek kültürümüzün içinde yer alan çanak çömlekte türkülerin içine girivermiş.

Ne güzelde olmuş.

Türkünün devamı şöyle.

?Şu zamane kızları

Aldatması goley mi?

Zamane kızlarının aldatılması meselesini geçelim.

Bu türküde kafamı taktığım cümle, ?Bizim gaplar galayli?

Eskiden evlerde, bakırdan yapılan ?gap gacak? kullanılırdı. Bir mutfakta bulunan bütün eşyaların genel adıdır, ?gap gacak.?

Birisi ?Olanı evlendirciz de panire gittik. Biraz gap gacak düzdük?derse. Bilin ki mutfak eşyası almışlar.

Mutfak eşyalarının temeli olan tencereler (haranı) ve tabaklar hep bakırdan yapılırdı.

Büyüklü küçüklü sıra sıra tencereler ve boy boy tavalar olurdu evlerin mutfak bölümlerinde. Çanaklarda yemeğin türüne göre isimlendirilirdi.

Gerçi tencerede pişirip kapağında yeme alışkanlığı da vardı. Kıtlıktan, kurtuluş savaşından çıkmış bir neslin tasarruf anlayışıydı bu. Birde ?galeyli gapların? evlerin odalarında yer alan raflara bir sıralanışı vardı ki, sormayın. Evlerin misafir odalarında sanki el işi sergisi var gibi olurdu.

Çorba çanağı, derin olurdu. İçine tatlı konulan çanaklara ?çentikli çanak? denilirdi. Hoşaf kâseleri çeşitli tiplerde olabilirdi. Su içilen tas bile çok özel olurdu. Ayran tasları, şerbet tasları işlemeli ve estetik bir yapıya sahipti.

Büyük bakır kazanlar ve bakır pilav tavaları her evde mutlaka olurdu.

Zaman zaman bu kaplar kalay ettirilirdi.

Belkide en sağlıklı mutfak eşyaları bakırdan yapılan eşyalardı. Birde kalaylanınca çok güzel olurdu. Bakımı zor olsa da her şeye değerdi. Eğer öncelikli olan sağlığımızsa, hâlâ önemli olmalı.

?Galaylı gapta, saraylı böreği?

Sağlık yan tarafa itiliverdi.

Bakırdan yapılmış, bütün ?gap gacaklar? mutfaklardan tek tek kovuldu.

Artık bakır gaplar, Etnoğrafya Müzelerinde sergileniyor. Otellerin lobilerinde oturan bir hoşaf kâsesi ya da çentikli çanak görebilirsiniz.

Naylon tabaklar çıktı. Naylon kâseler, taslar?

Alüminyum ya da Çelik tencereler?

Teflon meflon?

Tefal yada mefal?

Bir yanımız topal.

Ne olduğu belirsiz metallerden yapılmış eşyalar.

Yapıştırmaz. Şu yapmaz, bu yapmaz. Yanmaz, yakmaz.

İnsanların sağlığı, toz duman.

Koyun ocağın üstüne yeni model bir tavayı. Gözleyin. Tava ısınırken bir buhar yükseliyor havaya. Tava boş ve ne olduğu belirsiz bir buhar.

Seramik porselen tabaklarında sahtesini yaptılar. Bir çeşit petrol türevinden porselen tabak üretiyorlar. Görüntü porselen. Ne yazık ki porselen değil. Çin?den getirilen porselen denilen tabakların içine sıcak yemek girince, kansorejen maddeler faaliyete geçiyormuş.

Yemek yediğimiz yemekler artık yapay besinlerle dolarken, bir de tabaklar var bize hainlik eden.

Her şeyin özünde insan var. Her şeyi yapan insanlar.

Yiyecekler ve tabaklar ne yapsın?

*

70?li yıllarda, seyretmekten zevk aldığım ?kalaycılar? vardı.

Bizim köye gelirlerdi. Çadır kurarlardı. Her yıl aynı günlerde geldiklerinden, köylüler hazırlıklı olurdu. Kalaylanacak gaplarını bir yere ayırırlar beklerlerdi. Galaycı gelsin diye.

Galaycılar ailece gezdikleri için, bütün köylü tanırdı onları. Onlarda köylüleri tanırlardı.

Gaplarını galayladığı kişilerin parası yoksa önemli değildi. Yiyecek alırlardı. Un, fasulye mısır,peynir, süt, yoğurt?İşlerine ne yararsa. Para çok önemli değildi.

Galaycılar en az bir ay kalırlardı. Gaplarını galayladıkları ailelere evlerinde teslim ederlerdi. Gapları galaylanan, evin büyüğü ücreti ödedikten sonra, evin hanımı da galaycı kadına yemeleri için ekmek, taze soğan, peynir ve yumurta verirdi cabadan.

Öyle bilirlerdi ki birbirlerinin huylarını, evin hanımı;

?Güllü Hanım, Hasan Usta sever. Ge sana bi kâsede pekmez vereyim? gibi muhabbetler olurdu.

Kalaycıların eşekleri olurdu. Bütün el aletlerini eşeklere yükledikleri, sandıkların içinde taşırlardı.

Kalaycılar, bir körük ile alevlendirdikleri bir ocak başında çalışırlardı.

Getirilen gapların kirini pasını, gapların içine koydukları kumla temizlerlerdi. Bir gabın içine ince kum koyarlar, kumun üstüne bir çabut atarlardı. Kalaycı paçalarını sıvar, çıplak ayakla girerdi kazanın içine, kıvır babam kıvır. Kazanı parlatırdı. Küçük tencere, tava ve tasları eliyle ovalardı, parlatırdı. O zamanlar öyle ince zımparalar yoktu.

Bizde bazen;

?Galaycılar gibi gıvırıp durma ulen? derler.

Yani “yalan söyleme, lafı dolandırma” demek  isterler.

Çocukken izlerdim kalaycıları. Eski püskü bir tabağın, parlak bir hale gelmesi hoşuma giderdi. Galaylı bir gabın, pırıl pırıl görüntüsü ne güzeldir.

Bazen evde yaramazlık ederdik. Tavada değil de, yeni kalaylanmış bir çanak içinde yumurta pişirirdik.

Anamız bize;

?Nahha gurşunlara gelmen emi. Bem yeni galaylı çanamı niye ateşe goydunuz.? Diye sitem edebilirdi.

Hala fırın yanlarında, eski evlerin örümcek ağları ile örülmüş, sessiz odalarında bulabilirsiniz böyle çanakları. İçlerinde ölmüş bir iki sinek vardır. Ya da birileri paslı çivileri doldurmuştur, içlerinde pelte yenilen çentikli çanaklara. Bir çivinin pası ile yaslıdır, galeyli çanaklar?

Kalaycılara ne oldu?

Onlar nereye gittiler?

Çanaklar, kazanlar, tavalar? öldürüldüler.

Ya onlar. Kalaycı ustaları neredeler?

Dört beş yıl önce , bir  galaycı ustası görmüştüm. Köyleri gezen, bulursa kalay yapan, bulamazsa yaşadığı hayatı kalaylayan birisiydi.

O ustada görünmez oldu. Her gittiğim köyde sordum, gelip gelmediğini.

Gören yok. Bilen yok.

Köylerde bir tek atılmayan bakır kazanlar kaldı. Bakır kazanlarda tek tek hurdacıların elini öpüyor. Alüminyum kazanlar kuruldular başköşelere.

Bazı köylerde köylüler hâlâ bakır kazan kullanmaya devam ediyorlar.

Bir köye gittim.

Köyde bir cemiyet var. Öğle vakti. Hava sıcak. Köy camisinin avlu dışında kalan eski minaresinin dibinden ara sıra dumanlar yükseliyor. Bu nedir? diye dikkatli baktığımda iş anlaşıldı.

Bir kalaycı. Galaycı? Ga-lay-cı.

Şapkasını ensesine indirmiş. Ocağın başında boncuk boncuk terliyor. Adamın alnı ışıl ışıl terden. Ak saçları, aksakalı ve pos bıyıklarıyla suskunca işine vermiş kendisini. Galaycı, galaylı gap gibi appak.

?Kolay gelsin? diyorum.

Göz ucuyla bir bakış atıp, ?Allah razı olsun? diyor bana.

Ateşe hava üfleyen körük eskiden olduğu gibi deriden değil. Akordiyon gibi inip çıkan körüklerden değil. Körük görevini yapan aletin bir kolu var, döndürünce hava basıyor ocağa.

Körüğün ucunda tombalacak bir kadın. Bağdaş kurmuş oturmuş. Ustanın el hareketlerine, yaptığı işin ahengine göre körüğü alevlendiriyor. Kadının ayağında şalvar., üstünde pazen bir entari. Körüğün kolunu çeviren el parmaklarında iki yüzük.

Kalacı ustası. Vurmuş kendisini yollara. Yanındaki eşi. Kader arkadaşı. Can yoldaşı. Birlikte çalışıyorlar. Birlikte kazanıyorlar. Birlikte harcıyorlar. Birlikte paylaşıyorlar, bir lokmayı.

Kimse tanımıyor onları. Aç kalmamak için, hayır cemiyeti olan köyleri öğrenip oralara açıyorlar tezgâhlarını. Yemek masrafını bari bedavaya getirsinler. Hayat zor.

*

Adı, İdris Sayar.

Hanımın adı, Fikriye.

Balıkesir Burhaniye?den.

?Kaç kişi var senin gibi usta??

Usta anlatıyor.

?Balıkesir Burhaniye yöresinde benim gibi en çok yirmi kişi var.?

Soruyorum.

?İş var mı usta??

?Aramazsan iş yok. Artıkın kimsede bakır gap galmadı. Biz geziyoz, bulursak galaylıyoz. Kimilerine pahalı geliyo.?

Ustam en çok bakır gapları nereleri kullanıyor?

?Abi ben Gonya Akşehir?e gada gidiyom. Akşehir?de gap var. Antalya?a va. Balıkesir ve Çanakkale?nin köylerinde va. Gittikce de azalıyo??.

Neler azalmıyor ki usta?

Neler tükenmiyor ki!

Ben, ?kemik saplı çakı? bulmuş gibi seviniyorum.

Bir kalaycı bulmuşum.

Fotoğraflarını çekmişim.

Ben fotoğraf çekerken bazı kadınların dikkatini çekiyor yaptıklarım.

Çocukları ile birlikte kalaycının çalışmasını izliyorlar.

Çocuk;

?Bu ne anne?? dediğinde cevap tek kelime.

?Galaycı.?

?Kalaycı ne anne??

Anne anlatıyor.

Çocuk anladı mı? Bence anlamadı.

Biz büyükler bile ne olduğunu hala anlamadık.

Evlerimizde, avlularımızda bizim için hayati önemi olan bütün malzemeleri satmadık mı hurdacılara? ?Ölücü? denilen, ikinci el satışı yapanlara, bedavaya vermedik ki?

Kalaycılar çok ağartı, bizim mutfaklarımızı.

Yüzümüzü çok ağarttılar.

Onlarda tek tek çekip gittiler.

Sessiz ve derinde yok oldular.

Biz hiç fark edemedik onların gidişini.

Naylon olmuştu, hayatımız.

Düdüklü tencere gibiydi, kafamız.

Teflon tava gibiydi, yüzümüz.

Gözlerimizin ferini ?yaldızın? sahte güzelliği bürümüştü.

Eskiden el emeği vardı, boş çanaklarda bile.

Boş bir çanak bile, alın teri barındırırdı kenarında.

Bir ustanın duyguları gizlenirdi, keşkek kazanlarında.

Bir kazanın kulpu, bir tavanın sapı bir dost eli gibiydi.

Susuzluktan yanmış birisi, önce su içtiği tasa bakardı. Sonra içerdi suyunu.

Şimdi;

Bizim gaplar galeyli mi? Değil.

İçi dolu sarayli mi? Yok.

Şu zamane gızları

Aldatmasi goley mi? Zamane kızlarının aldanıp aldanmayacağını bilemem.

Zaman bizi çok iyi aldattı, aldatmaya da devam ediyor.

?Zamane icatları? arasında kaybolduk gittik.

Zamanın şatafatına aldanmadan, çocuğunuzun çeyizine ninenizden dedenizden kalmış bir galaylı gap koyabilirseniz. Ne mutlu size!

Evinizdeki, eski denilen bir şeyi atmadan önce iyice inceleyin.

Kırığına, eziğine, aşınmışlığına kızmayın.

O, atanıza görevini yaparken eskitti kendisini.

O, size bir ders verecek.

Eğer onu evinizin güzel bir köşesine koyarsanız.

Size çok şey anlatacak.

Çanakların, tencerelerin dostluğu olur mu?

Olur! Olur!

Bir deneyin.

Şuayip Odabaşı Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir