Halkların Demokratik Partisi’nden Davet: “Şehir Senin, Seçim Senin!”

08 Şubat 2014

Çanakkale Halkların Demokratik Partisi, yerel seçim beyannamesini oluşturuyor. Katılımın herkese açık olacağı toplantı, 09 Şubat Pazar günü saat 13.00’te Çanakkale Belediyesi Nikah Salonu’nda (Belediye Sosyal Tesisleri Üstü) gerçekleştirilecek.

30 Mart 2014 yerel seçim dönemi öncesinde halka çağrıda bulunan Halkların Demokratik Partisi, açıklamada şu ifadelere yer verdi:

“Seçim ofisleri açma, taksi durakları gezme, esnaf ziyaretleri, otobüslerle alanlara inme gibi klasik ve göstermelik alışkanlıklarla, bakın yine ‘sizler’leyiz mesajı vererek “halkla buluştuğunu” zannedenlerin gösterişlerinin ve karizmatik duruşlarının gölgesinde, yine bir yerel seçimler sürecine daha girmiş bulunuyoruz, vatana millete hayırlı uğurlu olsun! Değil mi?’Geldim, gördüm, güldüm, iki çift laf ettim, sandığa da bekliyorum’ iade-i ziyaretçi anlayışıyla oy avına çıkanlar, yılların değişmeyen siyasi pratiklerini bilerek ve isteyerek yani ‘kasten’yıkmaksızın, bu yerel seçimler dönemini de kotarmaya çalışıyorlar. Çok değişmeden yeniden seçilebilmek istek ve hevesinde olanların, (mevcut İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın meşhur ‘beni bu dönem de seçiverin, ne kaybedersiniz ki’misali mahcubiyetten kırılan oy isteyiş halleri gibi) göğsünü siper edercesine seviye yükselttiği, vitamin ve enerji hapları ile ayakta durabildikleri yoğun tempolu bir seçim dönemi daha kurguladıklarını biliyor ve gözlemliyoruz. Çok uyanıklar ve yine oldu-bittiye getirmeye çalışıyorlar.
Ülkemize özgü tüm bu özgünlükler bir yana, acaba bizler gerçekten ne haldeyiz diye bakacak olursak, kendi gerçekliğimizi tüm çıplaklığıyla ve çarpıklığıyla görebilmek için kendimize bir şans tanımış oluruz, eminiz…
Çok ciddi toplumsal-siyasal kırılmalardan, sarsıntı dolu dönüşümlerden geçiyoruz, hep birlikte yeniden dizayn ediliyoruz. Neo-liberalizm diye dilimize doladığımız ve özetle kapitalist dünya ekonomisinin yeni sermaye birikim formunu işaret eden bu hal ve vaziyet, tüm Dünyayı pek de alışkın olmadığımız ve çok da ne olduğunu anlayamadığımız biçimde yeniden şekillendirmeye devam ediyor. Bu dönüşüm kentleri esas alıyor. Kentler, yeni sermaye birikim mekanları. Kapitalizm kendini kentler üzerinden yeniden ve yeniden inşa etmeye and içmiş gibi. O yüzden artık kentler sanki birer mikro-devlet, kenti yönetenler de birer hükümet misali…
Kentlerde dalga dalga yayılan toplumsal isyan hareketlenmeleri tüm ülke sathına sıçrama, oradan uluslararası arenaya taşma potansiyeli barındırıyor. İstanbul Gezi Direnişi bunun en somut örneği. Gezi’nin gezegendeki benzeşleri olan Arap Baharı, İspanya, Portekiz ve Yunanistan Direnişleri, ABD Occupy Wall Street eylemlilikleri de uluslararası alana yansımaları. İşte size küreselleşme denilen sürecin kaçınılmaz etkileşimleri…
Gezi Direnişi, başka bir aşamaya sıçrayış ve güç biriktirme süreci idi, ne sona erdi ne de sönümlendi. Hepimize verdiği mesaj netti: Bana ne yapacağımı söyleyip durma artık! Kentimizi de kendimizi de biz yöneteceğiz! Yöneten-yönetilen ikilemini aşacağız! Yerel seçimler de anlamını bu iki temelde buluyor. Hayatı buralardan yeniden örgütlemenin ve yeşertmenin vaktidir gayrı.
Çok garip görünen ama aslında çok da tanıdık gelen süreçlerden geçiyoruz. Biz bunları daha önce yaşamıştık dedirten cinsten, fakat bu kadarına da pes doğrusu diye seyredaldığımız hesaplaşmalardan ve saflaşmalardan dolayı iki yakamız bir araya gelemedi gitti.
Düne kadar toplu davaları birlikte örgütleyerek muhaliflerini yargılayanlar, polis-yargı işbirliklerine orduyu da dahil edip rant paylaşımını güzelce idare edenler, bugün kanlı bıçaklı düşman ve birbirlerine karşı intihar komandosu rollerindeler ve her ikisi ‘bir devlet’edemeyip ‘paralel devletçik’lerini kavuşturamayıp tüm zat-ı şahaneliklerini ortaya saçtıkları için ne yapacaklarını şaşırmış vaziyette salvolar yapmaya devam ederken, çevrelerindeki diğer düzen partileri de onlara göre konumlanmaya yani ‘bildikleri muhalefeti etmeye’çalışmaktalar. Bir yanda devlet bürokrasisinin her kademesine sirayet etmiş ve tüm toplumsal yapıyı rehin almaya çalışan ‘malum cemaat’insanlığın özgürleşme sürecini baltalamaya devam ederken, diğer yanda yolsuzluk ve rüşveti öncüllerine oranla ‘4x large’boyutlara taşımış bir iktidar var iken; öte yanda ‘laiklik elden gidiyooorr, şeriat geliyooorrr’korkutmacası ile yıllarca toplumu sadece ‘siyasetsizlikte’buluşturan ana-muhalefet, o çok korktuğu şeriatçıların yegane temsilcisi cemaat yanında saf tutmuş vaziyette sesini neredeyse hiç çıkartmaksızın iktidarın yolsuzluklarına yükleniyor, öte yanda da nasıl bir politika izlemesi gerektiğini bir türlü oturtamamış ve boşluğa oynayan yavru-muhalefet arada bir milliyetçi çıkışlarla günü kurtarmaya çalışıyor.
Ülke sathında durum bu iken; bizler Çanakkale’de ne haldeyiz acep? Tüm Biga Yarımadasını enerji yatırım, ağır sanayi ve maden işletme, boğaz köprüsü, yat limanları, ticari limanlar yapma sahası olarak gören ve ‘müteşebbisler, yerli-yabancı yatırımcı’diye kutsananların her geçen gün yeni tehditleri ile karşı karşıyayız. Ölsek ağlayanımız yok misali tecrit ediliyor ve yalnızlaştırılıyoruz. Anlaşılan o ki, havasıyla suyuyla, hayvanlarıyla bitkisiyle, faunası florasıyla, 7’den 70’e tüm köyleri, beldeleri, ilçeleri ve iliyle, kısaca tüm ekosistemiyle gözden çıkarılmış vaziyetteyiz.
Kentimiz, yaşam alanımız Çanakkale de, Türkiye’nin her köşe bucağındaki kent sorunlarından ve anlayışından nasibini yeterince ve fazlasıyla almaktadır. Tüm köy, belde ve ilçeleriyle Çanakkale’nin genelini ilgilendiren ve karşı kaşıya olduğumuz temel sorunlar nelerdir diye baktığımızda şu acı gerçeklerle karşılaşıyoruz:
Diğerlerine göre daha bakir kalabilmiş şehrin doğası ve eko-sistemi, sözde iş sahası yaratılıyor kandırmacası ile çeşitli enerji, maden ve sanayi yatırımlarına kurban edilmek, hala çeşmelerden akabilen içme ve kullanma suları kirletilmek, doğal tarım ve hayvancılık uygulamaları bitirilmek istenmektedir.
Daha insani şartlarda iş bulmak ve açlık-sefalet ücretinin üzerinde gelir elde etmek dahi, izlenen ekonomi-politikalar nedeniyle ne yazık ki kentlilere reva görülmüyor. Mevcut haliyle dahi işsizlik sorunu çok fazla iken, dükkanlarını kapatıp bağımlı çalışan konumuna düşen küçük esnaf ve köylerini terk eden tarım emekçileri çiftçilerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Geleceğini planlayamayan ve sermayenin istekleri doğrultusunda başıboşluğa terk edilen, yalpalayan sosyo-ekonomik yaşantımız daha çok işsizliği, daha çok bağımlı çalışmayı ve ucuz emek sömürüsünü de beraberinde getiriyor.
Çanakkale’nin temel değerlerinden Tekel, Sümerbank, Petkim gibi kurumların yok pahasına özelleştirilmesi sonucunda gelinen noktada, bu alanlar AVM mabetlerine dönüştürülmek, gereksiz tüketim pompalanmak istenmektedir. Kipa yetmezmiş gibi Kıyı, Doğtaş/Doğanlar, 17 Burda gibi AVM’ler de yoldadır. AVM’ler, kentlileri şaşaalı, gösteriş dolu alanları içerisine hapsedip sanal mutluluklar yaşatmayı vaat ederken, öte yandan ucuz işgünü uzun mesailerle sömürecek, olmayan paraları kredi kartlarıyla harcatarak geleceğimizi ipotek altına alacaklardır.
Kent merkezi artık trafik yoğunluğunu kaldırmamaktadır, bırakınız bisiklet yolları hayal etmeyi yayaların kaldırımları dahi araçlarca işgal edilmiş vaziyettedir. Yeşil alanlar çoğaltılacağına betonlaştırılan bölgeler artmaktadır. Bunun en somut örneği tamamen kaldırım taşından ibaret görkemli bir İskele Meydanı ve kordon güzergahıdır! Mevcut belediye yönetimi tarafından kurgulanan başka bir proje de; İskele Meydanı, Belediye İş Merkezi, Çarşı Caddesini de içeren alanın, üstü AVMsel altı otopark zihniyetli bir kentsel dönüşüm ve düzenlemeler bütününe feda edilme riski taşımaktadır. Buna Fevzi Paşa Mahallesi’ndeki Roman yurttaşlarımız için düşünülen ve ‘Ağaoğlu’isimli firmanın dahi adının geçtiği spekülatif kentsel dönüşüm planlarını da katarsak, kent merkezine aslında nasıl bakıldığını görebiliriz. Kent merkezi insansızlaştırılmak, kent yoksulları merkez dışına sürülmek istenmektedir, yerini alacaklar ise bolca inşaatlar, yapılar ve parası olanların/üst gelir gruplarının yeme-içme ve eğlence mekanlarıdır. Yakın geleceğin vaat ettiği maalesef budur!
İddia edildiğinin aksine, Çanakkale bir üniversite kenti değildir. Alt yapısı hazırlanmaksızın yeni bölümlerin açıldığı ve bolca inşaat yapıldığı, muhafazakar ideolojilerin pompalandığı, akademi camiasına baskıların yoğunlaştığı, özerk ve demokratik eğitime sahip olmayan bir üniversiteye sahip bir kenttir sadece. Her sene öğrenci kontenjanını hormonlu büyüme misali arttıran üniversitenin, öğrencilerin insanca barınma/konaklama ve karınlarını doyurma anlamındaki yetersizlikleri ve plansızlıkları ortadadır. Kayıt dönemi verdiği mesaj açıktır: Sevgili üniversiteliler, üniversitemize hoşgeldiniz sefalar getirdiniz, ama şimdi hadi bakalım okumaya ve yaşamaya çalışın!
Şehir çarpık ve plansız gelişmektedir, kent merkezinde nefes alınabilir yeşil alanlar çoğaltılacağına yüksek inşaatlarla donanan yeni yapılaşma saldırıları ile karşılaşmaktayız. Bitmek bilmez altyapı çalışmaları ile kent içi trafik aksamakta ve çile haline getirilmektedir. Koruma altında olması gerekli ve ortak kullanıma tahsisi zorunlu deniz kenarları dahi kılıfına uydurularak yapılaşma çılgınlığına ayak uydurmaktadır. Çanakkale merkezde denize girilebilecek makul bir alan bulunmamaktadır.
En temel kamu hizmetleri dahi bizzat belediye tarafından kurulan şirketler ve ihale taşeronları aracılığıyla gördürülmektedir. Bizzat belediyelerin kendisi taşeron işçileriyle çalışma yoluna başvurmaktadır. Böylelikle güvencesiz ve esnek çalıştırma üzerinden emek maliyetini azaltmayı, örgütlenme ve sendikal faaliyetlerin ayakbağı olmasını engellemeyi, işleri istediği gibi yürütmeyi ve gördürmeyi yeğlemektedir.
Yukarıda kısaca sıraladığımız sorunları ayrıntılandırmak mümkün. Dağ gibi biriken yerel yönetim sorunlarının kaynağında ve yerinde, doğrudan demokrasi, katılımcılık ve şeffaflık ilkelerine uygun şekilde ve hep birlikte çözülebileceğini de biliyoruz. Bu nedenle, umudumuzu yitirmeksizin, çeşitliliklerimiz zenginliğimizdir düsturuyla, çok dilli, çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı yapımızla, farklılıklarımızla bir arada yaşamı savunalım ve başka bir Dünya başka bir Türkiye başka bir Çanakkale mümkün şiarıyla, gelin değiştirelim birlikte yönetelim, bugünümüz ve geleceğimiz üzerinde hep birlikte söz, yetki ve karar sahibi olalım, kentimizin hafızasını, tarihsel ve kültürel kimliğini canlı tutalım diyoruz.
Kent hakkımıza, yerellik hakkımıza, yaşam alanlarımıza sahip çıkma vaktidir. Kendimizi de kentimizi de biz yöneteceğiz! Unutma şehir senin, seçim senin!”

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir