“İnsanların Ortak Kaderi Çevrenin Korunmasına Bağlı”

21 Ocak 2014

Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu tarafından düzenlenen “Kent ve Çevre Davalarında Ehliyet ve Menfaat” konulu etkinlik, Av. Özdemir Özok Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Etkinliğe Çanakkale Barosunu temsilen, Çevre Komisyonu Üyeleri, Av. Engin Balıkçı, Av. Şebnem Çıtak, Av. Ali Furkan Oğuz ve Av. Didem Okuk katıldı.

“Kent ve Çevre Davalarında Ehliyet ve Menfaat” konulu etkinliğe Çanakkale Barosu Çevre Komisyonu tarafından konuşmacılara Çanakkale’deki Altın Madenleri ve Termik Santraller ile ilgili yapılan çalışmalar, açılan davaların dilekçeleri ve yürütmeyi durdurma kararları verildi.

Etkinliğin açılışında konuşan TBB Başkan Yardımcısı Av. Berra Besler şunları söyledi:

“Uzun bir süredir yargıda yaşanan ve artık doruk noktasına varan olumsuzlukların ve siyasi iktidar, yargıç, savcı tartışmalarının yoğunlaştığı, HSYK yapılanmasında gündeme getirilen yasa değişikliklerinin yarattığı karmaşa içinde olduğumuz bugünlerde; böylesine önemli bir konuyu tartışmaya açtıkları için Çevre ve Kent Komisyonumuzun değerli başkan ve üyelerini içtenlikle kutluyorum.
Çalışmalarımızın başarılı geçeceğine, yapılacak tespitlerin ve varılacak sonuçların hukukumuza aydınlık bir pencere açacağına inanıyorum.
Belirli bir alanda bulunan canlılar ile bunları saran cansız çevrelerin karşılıklı ilişkilerinden oluşan ve süreklilik gösteren ekosistem, küresel ölçekte bir düzeni ifade eder. Bu düzen içinde yer alan insan da ekosistemin bir parçasıdır.
İnsanın; sistemin içindeki kaynakları kullanmasıyla, üretim faaliyetinde bulunmasıyla ekolojik dengenin ve çevrenin bozulmasına sebep olduğu, özellikle sanayi devriminden sonra doğayı ve çevreyi değiştirdiği bir gerçektir.
Çok iyi bildiğiniz gibi; ekolojik dengenin önemli ölçüde bozulması, insan yaşamını hatta varlığını artık tehdit etmektedir.
Yaşanan pek çok örnek; doğaya hızla zarar verilmeye devam edildiği takdirde insanlığın geleceğinin büyük bir tehlike içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durumda, dünya insanlarının ortak kaderi çevrenin korunmasına bağlı hale gelmiştir.
Anayasamız ile, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile temel yasalarla ve uluslararası metinlerle güvence altına alınmış bulunan ve insanın doğması ile sahip olduğu yaşam hakkının korunması zorunludur.
Gelinen bu noktada temel bir insan hakkı olan yaşam hakkının her türlü olumsuz etkilenmelere karşı korunması ve bu konularda gerekenlerin yapılması kişilerin inisiyatiflerine bırakılmayacak kadar ciddi ve önemlidir. Koruma görev ve sorumluluğu devlete aittir. Devlet bu konuda her türlü tedbiri alıp, uygulamaları gerçekleştirmekle yükümlüdür.
Çevrenin korunması, devlet bakımından temel bir amaçtır. Anayasamızın 56.maddesinde yer alan düzenleme bu temel amaçtan kaynaklanmaktadır. “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” cümlesi ile 56.madde metninde ifadesini bulan bu düzenleme; doğrudan doğruya çevre hakkına değil, yaşam hakkına bağlantılı olarak yapılmıştır.
Az sonra başlayacağımız çalışmaların ilk oturumunda; “bir insan hakkı olarak sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkı”nı bilimsel veriler ışığı altında inceleyeceğiz ve tartışacağız. Değerli katılımcılarımız konuyu; Anayasa Hukuku, İnsan Hakları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM kararları çerçevesinde ele alarak bizleri aydınlatacaklardır.
Devletin; görev ve sorumluluğu içinde temel amacı olarak, çevrenin korunması bakımından alacağı her türlü kararda, yapacağı her türlü işlemde, uygulayacağı her türlü tedbirde mutlak suretle hukuka ve idari usul kurallarına uygun davranmak zorunda olduğu tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır.
Bilindiği gibi yürütme organı ve dolayısıyla bunun içinde yer alan idarenin, kamu hizmeti ve kolluk faaliyeti olmak üzere iki temel görevi ve tek bir temel amacı bulunmaktadır. Bu tek amaç da, toplumun ortak ve genel ihtiyacını karşılamaktır.
Çevre sorunları ve çevre hukukundan kaynaklanan sorumluluk idarenin her türlü faaliyeti içindedir. Yani, idare kamu hizmetini yürütürken sorumlu olabileceği gibi bir kolluk faaliyetini yürütürken de, yerine getirirken de çevre hakkından sorumlu olabilir.
İşte bu durumlarda idarenin eylem ve işlemlerinin kararlarının yargısal denetimi ortaya çıkar. Bu yargısal denetimi işletecek olanlar ise idarenin eylem, işlem ve kararlarından menfaatleri haleldar olanlardır.
Ancak son iki veya iki buçuk yıllık süre içinde Danıştay kararları ile; bizlere öğrencilik yıllarımızda öğretilenlerin tamamen aksine ve yıllardır Danıştay’ca benimsenmiş olan uygulamanın da tersine, özellikle imar ve çevre davalarında “menfaat ve ehliyet” ciddi bir şekilde daraltılmıştır.
Bu uygulamalar doğru değildir. Danıştay “menfaat ve ehliyet” konusunda değiştirdiği görüşünde ısrar etmekte devam ettiği takdirde Anayasamızda yer alan “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” düzenlemesine aykırı hareket edilmiş ve hak arama özgürlüğü de tahrip edilmiş olacaktır.
Danıştay’ın “menfaat ve ehliyet” konusunda daraltmaya yönelik değiştirdiği görüşüne uyan yeni kararları ve uygulamalar; Baroların, Türkiye Barolar Birliği’nin ve Sivil Toplum Örgütlerinin açtıkları davalara da aynen yansımıştır.
Bugünkü çalışmalarımızın, takip eden oturumlarında bu konular da yine bilimsel verilerin ışığı altında incelenecek ve tartışmaya açılarak yapılacak olan tespitlere göre bir sonuca ulaşılacaktır.”

Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Kent ve Çevre Hukuku Komisyonu Başkanı Av. Ali Arabacı’da ülkemizin çevre performans endeksinde dünya ülkeleri içerisinde sonlarda yer aldığını hatırlatarak başladığı konuşmasında, “”Uluslararası camianın konuya ilişkin onlarca konferans düzenlemesine, bildiriler yayınlamasına, bilimsel raporlar ortaya konulmasına ve ulus devletlerin mevzuatlarında yer alan düzenlemelere karşı bir türlü çevre tahribatının önüne geçilemiyor” dedi.

Ekolojik krizin sorumlusunun, doğaya mal gözüyle bakan kapitalist düzen olduğunu, ileri teknolojinin soygun, talan ve yağmanın etkin bir aracına dönüştüğünü söyleyen Arabacı, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının, kentlerin, ormanların, bitki örtüsünün hatta uzayın, insani bir kaygı taşımayan tekelci bir sermayenin hedefi olduğunu kaydetti.

Arabacı, 2010 referandumuna kadar çevre hakkının korunmasında ve çevre davalarında yavaş da olsa bir ilerleme sağlanabildiğini, baroların açtığı yüzlerce davada “dava ehliyeti” konusunda ciddi bir engelle karşılaşılmadığını, karşılaşılsa bile Danıştay nezdinde çözülebildiğini ancak referandum sonrasında Danıştay dairelerinin yasa maddelerinde hiçbir değişiklik olmadığı halde, kökleşmiş bir uygulamayı ortadan kaldırdığını ya da sınırlandırdığını ifade etti.

“Şimdi Danıştay’ın ilgili daireleri diyorlar ki, toplumun çıkarları, kentleşme, planlama ve çevresel sorunlar sizi ilgilendirmez, siz sadece kendi üyelerinizin çıkarlarını savunabilirsiniz, ancak bunun için dava açabilirsiniz” diyen Arabacı, şunları söyledi:

“Türkiye’de çevre ihlalleri önemli bir sorundur; ama asıl sorun “hukuk devleti” olma sorunudur; “yargının bağımsızlığı” sorunudur, “hukuk güvenliği” sorunudur, “adil yargılanma hakkı” sorunudur ve “insan hakları” sorunudur. Bu sorunlar çözülmeden, hak arama özgürlüğünün kolayca kullanılabileceğini söylemek çok zordur.

Tüm bu engellemelere karşın, yargı gücünde sorumluluk taşıyanların, özellikle yargıçların sorumluluğu çok daha ağırdır. Yargı mensuplarının bu yükün ağırlığını duyacak meslek ahlakına, bu yükün ağırlığını taşı taşıyabilecek bir mesleki formasyona sahip olmaları zorunludur. Atatürk’ün “Mesuliyet korkusu her şeyden, ölümden de ağırdır” sözünün hukuk devleti ilkesini benimseyen ülkelerde özellikle önem kazandığının kabul edilmesi gerekir.”

YARGI, HAKLARIN KORUNMASININ TEK GÜVENCESİDİR
Açış konuşmalarından sonra uzman hukukçular çevre hakkını, bu hakkın insan hakları içindeki yerini, uluslararası mahkeme kararlarını, Türk İdari Yargısının çevreye ve bu hakkı kullanmak isteyen kişilere karşı bakış açısını, çelişkili kararlarının nedenini ve doğurduğu olumsuzlukları ortaya koydu.

TBB Kent ve Çevre Hukuku Komisyonu Başkan Yardımcısı Av. Bülent Kaçar’ın yönetiminde gerçekleştirilen toplantıda; Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Eski Yargıcı Rıza Türmen, İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Ayşegül Altınbaş “Bir insan hakkı olarak sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkı” konusunda görüşlerini dile getirler.

“Yargı kararlarında dava ehliyeti ve menfaat kavramı” ana başlıklı bölümde; Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatı Zühal Dönmez, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Onur Karahanoğulları, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Elvin Evrim Dalkılıç, Türk Mühendis ve Mimarlar Odası Avukatı Koray Cengiz, İzmir Barosu Kent ve Çevre Komisyonu Üyesi Av. Cem Altıparmak “Meslek örgütlerinin dava ehliyeti ve menfaat kavramı” konusunu ele aldılar.

TBB Kent ve Çevre Hukuku Komisyonu Üyesi Av. Berna Babaoğlu Ulutaş, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Muhlis Öğütçü, Bilgi Üniversitesi ve Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Burak Oder, TBB Kent ve Çevre Hukuku Komisyonu Üyesi Av. Fevzi Özlüer, Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatı Emre Baturay Altınok “Yurttaşlar ve sivil toplumun dava ehliyeti ve menfaat kavramı” konusunda değerlendirmelerde bulundular.

Toplantının ardından bir sonuç bildirgesi yayınlandı:

“Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin, vatandaşların ve örgütlü tüm yapıların ödevidir.
Çevre ve kente ilişkin haklar bir insan hakkıdır. AİHM kararları ve AİHS’nin 2. ve 8.maddeleri barolar, meslek örgütleri, sendikalar ve vatandaşların çevre ve kent hukukuna dair ihlal ve suçlara karşı hak arama özgürlüğünü kullanmalarının yolunu açmaktadır.
AİHM’nin “potansiyel mağdur” kişi ve kurumların dava açma ehliyetini kabul ettiği gerçeği karşısında AB’ye üye olmaya çalışan ülkemizde son dönemlerde idari yargı tarafından verilen dava açma ehliyetinin ve menfaatinin bulunmadığı yönündeki kararlar açıkça hukuka aykırıdır.
Ekolojik krizin sorumlusu, doğaya mal gözüyle bakan, daha fazla kar amacı güden kapitalist düzendir. Kapitalizmin sınırsız, doymak bilmeyen kazanç hırsı, sınırlı kaynaklara sahip çevreyle bağdaşmıyor. İleri teknoloji ise, ne yazık ki, soygun, talan ve yağmanın etkin bir aracı haline dönüşmüştür. Yer altı ve yer üstü kaynakları, kentler, ormanlar, bitki örtüsü, hatta uzay, insani bir kaygı taşımayan tekelci sermayenin hedefidir. Kapitalizmin tarihinde çoğunluğa yarayan bir büyüme ya da gelişme olmamıştır. Onun yarattığı, “gelişme” adı altında, insanın ve çevrenin kötü biçimde dönüştürülmesidir.
İdarenin en etkili denetim yolu yargısal denetimdir ve yargı, hakların korunmasının, hukuk güvenliğinin tek güvencesidir.
Herkes hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, çevreyi savunmak ve korumak için hak arama özgürlüğünü kullanmalıdır. Hukuk devletinin gerçekleşmesinde herkesin dava açma ve başvuru hakkını etkin kullanabilmesinin büyük rolü bulunmaktadır.
Aarhus Sözleşmesi’ndeki “yeterli ilgiye sahip olmak” kriteri dava açma ehliyetinin varlığının temel dayanağıdır.
Yeni Anayasa çalışmalarında evrensel “Geri Götürülmezlik” ilkesi gözetilmeli, Anayasal kazanımlar korunmalı, çevre merkezli insan hakları düzenlenmelidir.
Türkiye baroları olarak, Türkiye Barolar Birliği olarak hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, çevreyi, demokrasi ve hak arama özgürlüğünü savunmaya, var olanı korumaya ve hakların kullanılmasında topluma öncülük etmeye devam edeceğiz.”

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir