Köylü Milletin Efendisi Olacaktı (Köy Enstitüleri)

Saim Ertün
24/03/2013

Eğitimci İsmail Hakkı Tonguç “İnsanoğlunun kazanacağı en büyük zafer; korkuyu yenmesiyle kazandığı zaferdir.” diyordu. Sorunların üzerine korkmadan gidilmeliydi. O da öyle yaptı .

Köy Enstitüleri dünyada hiçbir yerden örnek alınmamış, kopya edilmemiş, orijinal bir örnek oluşturmuş, Türk eğitimcilerinin ilk orijinal ve büyük eseri, köy çocuklarının destanıdır. Birçok akademik inceleme ve araştırmanın konusu olmuş, bu okullardan birçok yazar ve düşünür yetişmiştir. Bunlar arasında Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Dursun Akçam, Mehmet Başaran, Adnan Binyazar, Ümit Kaftancıoğlu, Mahmut Makal ilk akla gelenler… Daha yüzlercesinin olduğunu da biliyoruz. Bu Proje UNICEF’in koruması altında Japonya,Kanada ve daha başka ülkelerde uygulanmış,başarılı bir eğitim modeli olarak değerlendirilmiş. Öyle ise Türkiye’de niçin uygulamadan kaldırılmış,kapatılmış ve hatta kötülenmiştir? Bu sorunun cevabını ve Köy Enstitüleri gerçeğini anlayabilmek için ilgili tarihi olayları şöyle bir yoklamak gerekiyor.

18-19. Yüzyıllardan itibaren batılı ülkelerin Osmanlı İmparatorluğunu sömürge haline getirmek için ciddi çabalar içerisinde olduğu biliniyor. Bu konuda ciddi girişim Tanzimat hareketi ile başlar. Osmanlı da merkezi feodal yapıya dayanan bir toprak düzeni olduğundan sömürgeleştirilebilmesi için uygun olmayan bu yapıyı bozmak, dağıtmak ve kapitalist sömürüye uygun bir hale getirmek istenilmiştir. Tanzimat hareketi ile batılılaşma adı altında bu işlere girişilmiş, merkezdeki yöneticiler arasında işbirlikçilerin bulunması için çalışmalar yapılmıştı. Bulunanlar Tanzimatçılar,batıcılar adıyla daha ileri bir toplum düzeni getirmeye çalışan ilerici kişiler olarak halka tanıtıldılar. Osmanlı’da toplumsal değişim ezilen, fakir, geri kalmış sınıflardan değil, yukarıdan, yönetici kadrodan aşağıya doğru yani tepeden inme yürütülmek istenilmiştir. Bunun ülke açısından olumlu bir sonuç vermediği yaşanan süreç içerisinde görülmüş, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının önemli bir kısmını kaybetmiş, dağılma ve yok olma noktasına gelmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunun batılı ülkelere karşı elinde bir güç kalmayınca, yeni bir dirilme ve var olma hareketi başlamış, Kurtuluş Savaşıyla Osmanlı devletinin küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğmuştu.

Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştıktan sonra iktidarı ele alan yönetici kadroda başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere “ilerici aydınlar” diye adlandırılabilecek kişiler yaratılan devrimin hızının kesilmesinden kaygılanarak gerekli atılımların yapılmasının özlemini duyar. O dönem nüfusun yüzde sekseni köylüdür ve köylerde oturur. Toprağa bağlı ve tarımla uğraşan bu nüfus kalkındırılmadıkça, uyandırılmadıkça, eğitim sorunu çözülmedikçe toplumsal kalkınma mümkün olamayacaktır. Öyleyse köylerde okullar açılmalı, köylere öğretmen gönderilmelidir. Ancak eldeki olanaklar sınırlı olduğu gibi yeterli okul da öğretmen de mevcut değildir. Öğretmenler köyden yetişmiş kişiler değillerdir. Şehir-kasaba ortamında doğmuş eğitim imkanı bulmuş köyü tanımayan, köylünün değerlerini bilmeyen bir ortamda yetişmişlerdir. Köylerin mahrumiyetini ileri sürerek köylerde görev yapmak istemezler. Atandıkları köy okullarından şehirlerdeki okullara atama isteğinde bulunurlar ve bunun sonucunda okullar öğretmensiz kalır. Köylerde kalanlardan da beklenilen verim alınamaz.

Köy Enstitüsü girişiminin amaçlarından birisi sınıfından kopmayacak, kopamayacak, sınıf değiştirerek çıktığı sınıfın çıkarlarına sırtını dönmeyecek, onların haklarını savunmaktan vazgeçmeyecek, toplumsal gelişmeyi hızlandıracak köylü aydın yetiştirmekti. Köylü aydın olmanın koşulu batılı kalarak köyün koşullarına uymaktı. Bu durum kalkınmanın sadece köylü sınıfı ile sınırlı kalması anlamında değil; toplumun tüm kesimlerinin bir bütün halinde kalkınmasını amaçlanıyordu. Dışarıdan alınmış, kopya edilmiş eğitim modelleri şimdiye kadar derde deva olmamıştı. Bunun için Türk toplum yapısına uygun özgün modellere gereksinim vardı. İsmail Hakkı Tonguç görüşlerini bir rapor halinde dönemin Kültür Bakanı Saffet Arıkan’a sunmuş ve ilginç bulunmuştu. Görüşlerinde “iş içinde,işle eğitim” anlayışını ön plana çıkarıyordu. Tonguç’un kişiliğinin gelişmesinde en önemli etken onun köylü oluşudur. Tuna kıyısındaki bir Rumeli köyünün (Tataratmaca) orta halli bir köylü ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Küçük yaşlarda köyün ve köylünün sorunlarını tanıma olanağı bulmuştur. Almanya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Rusya eğitim modellerini inceleyerek klasik eğitimcilerin izlediği öğretilere şüphe ile yaklaşmış olması onun yeni yollar aramasına yol açmıştır.

Köye dışarıdan gelen, akıl veren ama verdiği akıl çoğunlukla işe yaramayan “yabancı” ya karşı onda güvensizlik yaratmıştır. Olaylara ve sorunlara her zaman “okumuş bir köylü “olarak ve sorgulayarak bakmıştır. Tonguç her zaman köylü kalmış ,içinden çıktığı sınıftan kopmamış, sınıf değiştirmemiştir. Soyadı kanunu öncesinde arkadaşları kendisini diğer İsmail Hakkı’lardan ayırmak için ona “Köylü İsmail Hakkı” demeleri de bu duruşunun göstergesi olması açısından önemlidir.

Tonguç, 3 Ağustos 1935 tarihinde Köy Enstitülerinin kuruluşuna yarayacak olan İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine dönemin Kültür Bakanı Saffet Arıkan tarafından vekaleten atanır. Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı olunca 28 Aralık 1938 de asaleten görevlendirilir.

1936’da Eğitmen Kursları açılarak 1947 yılına kadar 8 bin civarında eğitmen yetiştirilir. 1937 yılında Köy Öğretmen okulları, 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Kurulur. İ.H. Tonguç 25 Eylül 1946 da görevinden alınır.

Devleti yöneten tek parti içerisinde Köy Enstitülerine muhalefet eden bir gurup milletvekili, siyasetçi de vardır. Toprak ağaları, şeyhler, sömürgeci güçlerin işbirlikçileri , yerli sermayedarlar kesinlikle bu kurumlara karşıdırlar. Çünkü bu okullardan yetişecek gençler ağalığa, işbirlikçilere, aşiret düzenine baş kaldıracak, şıhların, ağaların, patronların eteklerini öpmeyecek, ağalık düzenini ve köylünün fakirliğini sorgulayacaktır.

Köy Enstitüleri bu doğrultuda eğitim öğretim çalışmalarını kalitelerini artırarak 14 yıl başarı ile devam ettirmiştir. 21’e ulaşan Köy Enstitüleri bu dönemde 1.308 kadın 15.943 erkek olmak üzere 17.251 öğretmen, 8.675 eğitmen, 1.248 sağlık memuru ve ebe olmak üzere toplam 27.264 eleman yetiştirmiştir. Yapılan planlamaya göre eğer kapatılmamış olsalardı 15 yıl içerisinde ülkenin öğretmen ihtiyacının karşılanacağı hesaplanmıştı.

Köy insanını hiçbir güç kendi hesabına istismar etmemeli, köylüye uşak ve köle muamelesi yapılmamalıdır. Köylünün canlandırılması her türlü sömürüye karşı bilinçlenmeyi de beraberinde getirecek diyordu Tonguç. Köy Enstitüleri toplu yaşamanın, toplu üretim yapmanın ve paylaşmanın, demokratik yönetimin, eleştiri ve özeleştirinin ilk kez uygulandığı kurumlardı. Köy çocukları işle eğitim ve öğretimi kaynaştırıp “yurda hizmet” etmenin yarışı içindeydiler.

Günlük çalışma saatlerinin yarısı kültür derslerine, yarısı da sanat, teknik ve tarım işlerine ayrılıyordu. Haftanın belli günlerinde belli bir disiplin ve sorumluluk içerisinde gerekli işler ve sorunlar tartışılıyor, eleştiriler yapılıyor, herkes fikrini özgürce söylüyor daha sonra alınan kararların uygulanmasına geçiliyordu. Öğrencileri kökeninden koparacak şartlandırmalara yer verilmiyor, kökenine hizmet edecek bilgi ve beceri ile donatılıyorlardı.

Köy Enstitüleri ile yaratılan eğitim modeli batılı eğitimciler tarafından yadırganmamış, övgüyle karşılanmıştı. Ancak bizim kara cüppeli ya da fraklı yarı aydınlarımız , halk dayaktan anlar diyen idarecilerimiz, iş sözünden ve işçi kıyafetinden gocunan sömürgenlerimiz, batıyı da memleketini de yarım yamalak tanıyan kendini beğenmiş sözde bilginlerimiz tarafından yadırganmış, kötülenmiş, eleştirilmiş, engellenmeye çalışılmıştır. Kapatılma nedenleri arasında “öğrencilerin bedenen çalıştırıldığı, yeterli bilgiyle donatılmadığı”, “komünizm propagandası” yapıldığı, “ahlaksızlıkların olduğu” gibi gerçek dışı iddialar vardır. Bakın bu dönemde parlamentoda CHP Van Milletvekili olan Kinyas Kartal işin gerçek yüzünü su götürmeyecek şekilde nasıl ortaya koyuyor ve neler söylüyor “Köy enstitüleri doğuda bizim (ağaların) devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik. Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdırlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler. DP ile pazarlığa girdik ve Köy Enstitülerini kapattık.”

Köy Enstitülerinin içinde doğduğu ortam güdük sermayenin , asalak bağımlı bir kapitalizmin güçlenmek, kök salmak, iktidarı tam olarak ele geçirmek için mücadele ettiği bir ortamdır. İsmet İnönü 1937 yılında “batakçı toprak ağalarının kökünü kurutacağım” diyordu. Köy Enstitülerinin kuruluşu ile toprak reformunun gündeme geliş dönemi çakışmaktadır. Sonuçta T.B.M.M.’nin ele aldığı Toprak Reformu kanunu’nun çıkarılması engellenmiş, 1954 yılında Köy Enstitüleri kapatılmıştır. Köy Enstitülerinin kapatılmasını sağlayan siyasal iktidarın en çok oyu köylüden almış olması ,köylüye Köy Enstitüleri gerçeğinin iyi anlatılamadığı ve desteğinin sağlanamadığını ortaya koymaktadır. Siyaset, aşiret ve ağalık düzeni galip gelmiştir. Büyük Atatürk’ün gönülden arzu ettiği köylüyü milletin efendisi yapma projesi bir kısım çıkarcılar tarafından engellenmiştir. Köylü adına büyük bir kayıp olan bu proje siyasete yenilmiş ve köylü efendilik iddiasını kaybetmiştir.

Köy Enstitüleri bugün anılarda yaşamaktadır. Yarının kuşakları Türk Eğitim tarihinin 17 Nisanlarında Köy Enstitüleri sayfalarını okuyup, araştırmalar yaparak çok şey öğreneceklerdir.

Köylü Milletin efendisi olacaktı, olamadı.
Bunu Köy Enstitüleri gerçekleştirecekti, onu da siyaset boğdu, bitirdi.

GÜLLER*
Çamlıbelde bir gül açsa
Uykuları kaçar Bolu Beyinin
Çünkü kırmızıdır gül
Halkın ve toprağın uyanışına benzer

Bir değil bin gül açıyordu Anadoluda
Ekmeği ikiye bölsen
Aydınlık sesi duyuluyordu halkın
Köyleri tutmuştu aşkın ve terin hünerleri

Bir oldular Bolu Beyiyle
Kapattılar Enstitüleri

*Mehmet Başaran’ın Şiiri

Saim Ertün Son Yazıları...

Yorumlar...
  • İsmail Bayırlı
    22/04/2021 22:25

    Saim Bey yazılarınızı zevkle okudum. Yalın ve akıcı bir anlatımla yazmışsınız. Çok beğendim. Aynı anlatımı kitabınızı okurken de izlemiştim. Güçlü bir dile ve kaleme sahipsiniz. En içten dileklerimle kutluyor, bu güzel çalışmaların devamını temenni ediyorum.

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir