Yeni Hemşehrilerimiz: “Hakan Kumuk”

Bu söyleşi serisinde, son yıllarda büyük şehirlerden Çanakkale’ye göç etmiş bir grup insanı yakından tanıyacağız. Sizlerin de göreceği gibi sahne sanatları, sinema, fotoğraf, gazetecilik, tasarım, edebiyat, müzik gibi alanlarda ulusal ve uluslararası ölçekte üretim yapan, yaratan ve düşünen bu insanlar, özgün donanım, bakış açısı ve vizyonlarıyla Çanakkale’de yaşamayı ve var olmayı seçmişler. Kendi alanlarının yerel ve küresel dinamiklerini takip eden, yaratıcılıkları ve kültürel üretimleriyle ön plana çıkan bu yeni hemşehrilerimizi daha yakından tanımanın vaktinin geldiğini düşünüyorum. Kültür, eğitim ve turizm odaklı gelişmeyi hedefleyen Çanakkale, yeni hemşehrileriyle kaynaşabildiği ve onlara potansiyellerini kente yansıtacakları alanlar açabildiği ölçüde zenginleşecek diye düşünüyorum.
Söyleşi serisi, benzer soruları kendime de yönelteceğim bir değerlendirme yazısıyla son bulacak. Ben de beş yıldır bu kentte yaşıyorum, yani bizzat yeni hemşehrilerinizden biriyim…
Deniz Erbaş

Deniz Erbaş: Sevgili Hakan Kumuk, Türkiye’nin sayılı savaş foto muhabirlerindensiniz. 1991 Körfez Savaşı, 1992 Abhaz-Gürcü savaşı, 1994 Saray Bosna savaşı, 1995 Çeçenistan savaşı, 1997 Kosova savaşı, 1998 yılında ise Endonezya’nın Doğu Timor adalarındaki iç savaşta foto muhabir olarak görev yaptınız. Özellikle bölgemizin savaşlarla dolu yakın tarihini kaydetmiş bir basın emekçisisiniz. Bu süreçte hafızanızda en çok yer etmiş, unutamadığınız bir anınızı bizlerle paylaşır mısınız?


Hakan Kumuk: Bu saydıklarınız tabi yurtdışındaki savaşlar. Bunun öncesinde Güneydoğu’daki bir çok olayı da takip ettim. Bunlar beni sanki savaş muhabirliğine yatkınlaştırdı. Çok acayip şeylerle karşılaştım tabi bu savaşlara gidiş gelişlerde. Savaşın gerçekliği filmlere pek benzemiyor; filmlerdeki gibi büyük kargaşalar, aksiyonlar görmüyorsunuz, bir sessizlik anında birden bir yerden bir mermi geliyor ya da bir top mermisi düşüyor bir yerlere ve insanlar ne olduğunu anlamadan bir anda kuş olup uçup gidiyorlar. Ve sanmıyorum ki yaşamlarının film şeridi gibi gözlerinin önünden geçeceği bir zamanları olsun. Bu kadar olay içerisinde beni en çok etkileyen Saraybosna’da yaşadığım bir olaydır: Arkadaşımla Bosna sokaklarında, güvenlik önlemimizi alarak geziyoruz. Yiyecek tek bir şey yok Bosna’da, bazı dükkanlar açık ama hiçbir şey yok. Biz de küçük kafe gibi bir dükkana girdik, belki bir kahve içebiliriz diye. O sırada kapının önüne bir anne ve çocuğu geldi: 5-6 yaşlarında çocuk ve ağlıyor, açlıktan ağladığını hissediyorum, kadın da o dükkandan bir şeyler almak istiyor ama hiçbir şeysi yok, zaten dükkanda da verecek pek bir şey yok. Bir kaç gün öncesinde Birleşmiş Milletler kampının kantininden niye aldıysak muz almıştık, o geldi aklıma. O muzu çıkarttım, çantanın dibinde tabi ezilmiş, erimiş. Çocuğa verdim, çocuk o muzu kabuğuyla yedi. Çocuğun o hali karşısında, ilk defa bir savaşta ağladım ve her şeye lanet ettim. O çocuk bunu hak ediyor muydu? Savaşlar dünyanın kuruluşundan beri var. Ben mesleğim gereği profesyonelce bakıyorum; savaşlar oluyor, barışlar oluyor, hayatın bir parçası. Fakat o günahsız çocuklara etkilerini görmek beni mahvediyor. Neyse ilaçtır, vitamindir, yanımızda beslenme ve sağlıkla ilgili ne varsa o anneye verdik ama çocuğun o çaresizliği çok ağırıma gitmişti.

Deniz: Gazetecilik mesleğinden emekli mi oldunuz?
Hakan: Gazeteciliğin emeklisi olmaz, ölene kadar gazeteci ruhunu taşır bence iyi bir gazeteci. Ben de sarı basın kartı sahibiyim hala mesela. Haldun Simavi gibi bir basın ustasının, gerçek bir gazete patronunun yanında yetişmiş, 11 sene onun verdiği ışıkla gazetecilik yapmış biriyim. Dolayısıyla ilkeli bir gazeteci olarak mesleğimizi icra edecek koşullar maalesef kalmadı, o yüzden emekli oldum denebilir.

Deniz: Bu süreçte de fotoğrafçılığa ağırlık verdiniz değil mi?
Hakan: Yıllarca hep olmadık yerlerde, olmadık fotoğraflar çektim, kötü fotoğraflar çekip durdum. Artık biraz sakinleşeyim dedim, tarzımı yumuşattım, ürün tanıtım fotoğraflarına yöneldim. Bir süre Koç grubunda Rahmi Bey’in fotoğrafçılığını yaptım.

Deniz: Peki ne zaman ve nasıl geldiniz Çanakkale’ye?
Hakan: İstanbul’dan kaçma niyetim vardı, İstanbul artık beni maddi ve manevi hiçbir şekilde tatmin etmiyordu. 2016 yılının 29 Ekim haftasında Çanakkaleli bir dostumun davetiyle buraya geldim. Bayram sabahı erkenden dışarıya çıktım, yürürken ileri yaşlarında bir çift gülümseyerek bana doğru geldi, acaba bir yerden tanışıyor muyuz diye düşünürken yanıma gelip “Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun beyefendi” dediler. O dakika karar verdim Çanakkale’ye yerleşmeye. Ömrü hayatımda ilk defa Cumhuriyet bayramımı kutlayan insanlarla karşılaştığım için, tamam dedim, yaşanacak yer burasıdır. Hemen aralık ayının 26’sında da Çanakkale’deki evime yerleşmiştim.
Nefes aldım Çanakkale’de. Hem doğası çok güzel, hem insanı çok güzel, değerli, dost ve sıcak. Çok çabuk bir çevre edindim ve beni aralarına aldılar. Şimdi İstanbul aklıma bile gelmiyor, bundan sonra da Çanakkale’de hayatımı sürdüreceğim.

Hakan Kumuk

Deniz: Biz sizi Çanakkale’de, 2017 yılındaki serginizle tanıdık. Bir Can Bin Umut – Serebral Palsili Çocuklar Derneği ile yaptığınız “Beynimdeki Özgürlük” başlığını taşıyan projede, serebral palsili çocukların atlarla terapi (hippoterapi) süreçlerini belgelediniz.
Hakan: Evet, 35 yıllık foto muhabirlik hayatımda açtığım ilk sergidir. Bir çok maceram var aslında sergi olabilecek ama sergi açmadım çünkü yapılan bir olayın bir yere gitmesi taraftarıyım, yani ben de bunları çektim diye, laf olsun diye sergi yapmayı tercih etmedim, sergi yapacaksam bir farkındalık yaratsın ya da bir etkisi olsun, bir şeylere faydası dokunsun istedim.
Çocuk benim fotoğrafçılıkta en önde tuttuğum temalardan biri, çok seviyorum çocuk fotoğrafı çekmeyi; gelecek umudu, yaşanan acıların etkileri, her şeyi çocuklarda görmek mümkün. Bu projede de yine çocuklar vardı; beyin felçli (serebral palsi) çocukların atlarla terapi sürecini bir sene boyunca yaz kış belgeledim, yaklaşık dört bin kare fotoğraf çıktı. 38 tanesini seçtik ve bu sergilerin geliri de beyin felçli çocukların tedavi ve benzeri ihtiyaçlarına kullanıldı.

Hakan Kumuk
Deniz: Geçen sene Fevzipaşa Hıdrellez şenliklerine de emeğiniz geçti…
Hakan: Çanakkale’ye gelince ilk yakın ilişkimi Fevzipaşa Mahallesiyle kurdum, bana evlerini, kucaklarını açtılar, Çanakkale’de ilk sıcak yemeğimi onların evinde yedim. Şimdi kız kardeşlerim, torunlarım oldular. Çok güzel paylaşımlar yaşadık, düğünlerine katıldım, Çanakkale’deki en güzel fotoğraflarımı onlarla çektim. Geçen seneki Hıdrellezin de organizasyonunda yer aldık, bize güvendiler sağ olsunlar, çok güzel bir etkinlik oldu sonucunda. Bu sene uluslararası bir şeyler düşünüyoruz, bakalım şehrin ileri gelenleri bize destek verecekler mi ama daha da güzel olacak gibime geliyor.
Fakat bir seneden beri üzücü bir durum da var: Bu kentsel dönüşüm dedikleri girişimlerle, Fevzipaşa’ya müteahhitler girdi, değişmeye başladı mahalle. Buraya çok yerleşmiş bir doku ve kültür, restore edilebilir ama yıkılıp yerine binaların yapılması, bence Çanakkale’nin kültüründen çok büyük bir bölümünü alıp götürecek. Bu alanın para hırsına terk edilmesi beni de üzüyor, konuştuğum ve gördüğüm kadarıyla Çanakkale’nin aydınlarını da üzüyor.

Deniz: Bu deneyimlerinizden hareketle sizce Çanakkale’de neyin eksikliği var, neler yapılmalı?
Hakan: Sanatın, sanatçının eksikliği var. Mesela ben bir tiyatro salonu görmedim henüz, bilmiyorum var mı. Yerleşik sanatçılardan tiyatro prodüksiyonu çok az, sürekli turne tiyatroları geliyor, burada üretilmiş çalışmalar geliştirilmeli.
Çanakkale halkı biraz rutine bağlamış hayatı. Evet bir emekli kenti ama göç alıyor, üniversite var, 40 bin civarı bir genç nüfus demek bu. Bizim gibi bir sürü insan geliyor, biliyorum buraya yerleşmiş olan çok değerli sanatçılar var. Belediye’nin bir ar-ge yaptırıp, kimler var şehrimizde diyip, bunları toplayıp “bizim için, kentimiz için ne yapmak istersiniz?” diye sormasını isterim mesela.
Sonra Çanakkale’nin bir tarihi var, koskoca bir geçmişi var, yerli ve yabancı turist alan bir şehir yani çok önemli bir potansiyel duruyor ama bir donukluk, durgunluk, bir atalet var, bir şekilde kentin bu potansiyelini ateşlenmesi lazım ama nasıl olacak bilmiyorum. Yani Çanakkale’nin özelliğini, özgünlüğünü, kendine has havasını kaybetmemesi lazım, sanki böyle giderek sıradan bir şehre dönüşüyor, şurada bir sene içinde bile kentin yavaş yavaş bozulduğunu hissediyorum, kim bilir buranın yerlileri ne hissediyor.
Burası kendine yakıştığı gibi bir kültür, sanat şehri olmalı. Mesela bu sene Troia Yılı. Bunu bütün dünyanın aynı anda duyması lazım, uluslararası ses getirecek etkinlikler lazım. Festival adı altında ufak tefek etkinliklerle, sergilerle olabilecek bir şey değil bu. Öyle bir şey yapılmalı ki Japon da Ukraynalı da buraya gelmek istemeli, dünya buraya akmalı. Fakat maalesef şimdilik bu yönde bir içerik göremedik.

Deniz: Son olarak gelecek planlarınızdan bahsedelim.
Hakan: Çanakkale’de gelecek planı yapmıyorum çünkü zaten buraya yerleştim ve hayatımı Çanakkale’de geçireceğim. Sonuçta burası İstanbul cehenneminden bin bir kat daha iyi, yaşam ucuz ve kolay. Ne gösterecek hayat bilemiyorum ama yine fotoğraf var gündemimde, üniversiteden arkadaşlarım var bana çok yardımcı olan, onlarla bir takım projeler düşünüyoruz. Bir taraftan benim işletmecilik geçmişim de olduğundan, şöyle güzel küçük meyhane gibi bir işletme projem de var. Dolayısıyla sanatsal projelerimiz de var, ticari olabilecek projelerimiz de var, Çanakkale bize bu konuda ne kadar yol verecek zaman içerisinde göreceğiz.

Deniz Erbaş Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir