Benim Oyuncaklarım ve Oyunlarım

Şuayip Odabaşı
16/01/2010

Benim çocukluğum, 12 yaşıma kadar ?aynı gökyüzü? altında geçti.

Sofular Köyü?nde.

Benim dünyamın sınırları, görebildiğim kadardı.

Haritada, Dünya çok büyüktü.

Benim yurdum, çok büyüktü.

Ben ezbere biliyordum. Kıtaları, okyanusları, denizleri, gölleri, ırmakları?

Dünya?yı, ezbere biliyordum.

Ülkemin denizlerini, dağlarını, göllerini, ırmaklarını? Ezbere biliyordum.

Harita da sorulan bir yeri, gözlerim kapalı bulabilecek kadar dikkatliydim.

Ne yazık ki, benim dünyam ?gözlerimin gördüğü uzaklığın sonu? kadardı.

Köyümün bütün mahalleleri, göz açıp kapayıncaya kadar dolaşılacak büyüklükteydi(!)

Köyümün bütün tarlalarını, meralarını, tepelerini, derelerini, çeşmelerini? Biliyordum.

Hala biliyorum. Dünyam, o kadardı çocukluğumda.

Çocukluğumda, çobanlık yaptığım günlerde yaşadığım yerleri gezmek değişik bir duygu, şimdilerde benim için.

Hüzünler, sevinçler? Geçmişe, ?buruk bir özlemi? tetikliyor anılar.

Çocukluk anılarım.

Deli asmadan bir dizginle, çıplak at sırtında yaptığımız yarışları izliyorum bir tepeden.

Bir çınar ağacının dalları arasında, oynadığımız oyunlar?

Harman yerinde dağıttığımız, buğday yığınları?

Çaldığımız üzümler?

Nasıl toplamıştık, Tüfekçilerin üzümlerini?

Ambar açtığımız, ?kelek çıkan? karpuzlar?

Keçinin memesinden, içtiğimiz sütler?

Çay kenarından, aşırdığımız pişirip yediğimiz tavuklar?

Evlerden, tırtıkladığımız peynirler?

Balık tutmalar, çay kenarında?

Keçileri, buğday tarlasına kaçırmak.

Berber Dayı?nın bizleri kovalaması?

Berber Dayı?dan, dörtnala kaçmaklar…

Biz neymişiz ya!

Ha birde gezdiğim, çocukluğumun geçtiği yerlerde bellediğim ağaçlar bile yaşlanmışlar.

Artık eskisi gibi keçi koyun sürüleri de olmadığından, patika yollar hep kapanmış.

Tek sevindiğim şey.

Bildiğim mağaralarda hala tilkiler var.

Tilkiler terk etmemişler, bizim gibi evlerini, köylerini.

Hala evlerinde, dededen toruna yaşayıp gidiyorlar.

**

Hey gidi günler.

Ayağımızda, ökçesi yırtık lastik pabuçlar olurdu.

Pabuç demeye, bin şahit lazım.

Çorapsız lastik pabuç içinde, terleyen ve de tırnakları aşınmış, ayak parmaklarımız.

Kıçı ve dizleri yamalı pantolonlar.

Birde, biz çok sümüklüydük ya.

Gömleklerimizin kol yenleri, sümükten kolalanmış gibi sertleşirdi.

Pantolon içinde, donumuz bile yoktu bizim.

Kimi arkadaşların, teşkilatı dışarı çıkardı. Haberi olmazdı.

Gülüşürdük.

?Sok len içeri teşkilatını!?

Biz her şeyi, oyuna çevirirdik.

Bize öğretilen oyunlar yoktu.

Bizim hazır oyuncaklarımız hiç olmadı.

Öyle kamyonlarımız, tanklarımız, tabancalarımız? hiç mi hiç olmadı.

Pilli bebek. Pilli, takla atan arabalar. Ağlayan, zırlayan bebekleri yoktu kızların.

Hazır, ?ruhsuz hiçbir şeyimiz? yoktu bizim.

Oyuncak olsa bile, ?bizim nazımıza dayanamayıp? alacak birileri de yoktu.

Azıcık nazlanıp, ağlasak sesli sesli. Ayaklarımızı yere vursak. Yatıp tekme atsak bile, yutturamazdık kimselere.

Anamızın ?çocuk galk, şinci azına bi vurum,? sözüyle put olurduk. İş kökten çözülürdü.

En kötüsü, almak isteseler de ?para? yoktu.

Biz, para bilmezdik.

Yumurtadan, iyi anlardık yalnızca.

Naylon pabuçlarla, eski çorapları paraya çevirmesinden iyi anlardık.

Evdeki, ?kaybolan yün çorapların? hesabını verebilirsek ne ala.

Veremezsek, çifti sürerdik.

Biz, hep oyuncaklarımızı kendimiz yapardık.

Becerikli çocuklardık, bizler.

O günlerde edindiğimiz el yatkınlığı ile birçok işimizi kendimiz yaparız hala.

Elimiz, keser, testere ile tanışıktır. Çekiç, tornavida, burgu yabancı değildir bize.

Bir öğretmene, ?şurdan penseyi verir misin? dediğimde, öğretmen ?pense ne?? diye sormuştu.

İşte böyle.

Yaban gülünden ?patlangoz? yapardık. Mermi yerine de, ardıç tohumlarını kullanırdık.

İki gruba ayrılıp, savaşçılık oynardık.

Kitaplarda öğrendiğimiz savaşları yapardık.

Türk-Yunan Savaşı.

İstanbul?u bile, fethettik biz.

Uçurtma yapardık.

Harita defterlerinin orta sayfasından, koparırdık iki yaprak. Annemizin dikiş iplik makarasını da aşırdık mı, iş tamam olurdu. Gökyüzünü kuşatırdık.

Okul çantalarımız, lokum sandığındandı.

Kendimiz yapardık çantalarımızı. Çantaları tokuşturup, en sağlam çantayı bulma yarışı yapardık. Bir de çantaların üstüne binip buzda kayardık. Bizim çantalarımız çok amaçlıydı. Şimdiki okul salonları gibi.

Karpuz kabuklarından deve yapardık. Birbirine bağladığımız karpuz kabukları, ?deve kervanı? olurdu.

Bir iple, ?kum ve taş yüklü karpuz kabuklarını? çek babam çek.

Çay kenarında kamyonculuk oynardık. Arabalarımızı biz, kendimiz yapardık. Çam kabuğundan. Babalarına yaptıranlar, böbürlenirdi. Horoz gibi, kukiriku olurlardı.

Kargılardan fırıldaklar yapardık. Ağzımızla sesler çıkararak koşar, helikopter olurduk.

Birde üç tekerlekli ya da dört tekerlekli arabalar yapıp, yokuşlardan aşağılara salarak binerdik.

Araba yapmak zor işti. Babası marangoz olanlar şanslıydı.

Bazı arkadaşların araba tekerlekleri, eski rulmanlarla daha akıcı olduğundan, bizim arabalar ?Hacı Murat,? arkadaşın arabası ?Mersedes? olurdu.

Bir meşe kobağı içinden, ip sarılı bir sopa geçirerek fırıldak yapardık. İpi asıldıkça fır fır ederek dönerdi.

Birde bir tahta parçası iyice düzlenip ortası bulunur. Ota noktaya yarımşar santim açıklıkta iki delik delinirdi. Deliklerden ip geçirilerek, iki el arasında ipler belirli bir ritimle çekilerek döndürülürdü. Buda bir başka fırıldaktı.

Ağaç topaç çevirmek büyük beceri isteyen bir şeydi. Pirem(Üren) kökünden kendimiz yapardık topaçlarımızı. İplerini sarıp yere çaldığımız topaçlardan en uzun süre dönen birinci olurdu.

?Dilen? oyunu oynardık.

Oyunun adı, ?dilenmekten? geliyor.

Ucu sivriltilmiş, yarım metre uzunluğunda kazıkları elimizle yumuşak toprağa çakardık. Dilenini toprağa saplayan arkadaşın dilenine çarptırarak dilenini çakan arkadaş, yerdeki dileni yıkarsa, dilenin ucu görünürse oyunu kazanırdı. Diğer arkadaş yeni bir dilenle oyuna başlardı. Oyunu kaybeden, yeni bir dilen yapıp gelirdi. Kaybeden, ya arkadaşlarından dilenecek ya da yenisini yapacaktı. Oyun sonunda kazanan bütün dilenleri kıymetli bir ödül gibi evine taşırdı. Bir gün koyduğu yerde, dilenleri bulamazsa, annesi mutlaka ?kazanın altında? yakmıştır. Hazır odun kaçar mı?

Bizde bazı şeyler, argo olmaktan çıkmıştır. Biz pantolonun arka cebi demeyiz.  ? cebi deriz. Vallahi kadınlar bile, ?oğlum ? cebinden cüzdanın düşüyo? der.

Birde bizim, yine ucu sivri kazma gibi kullanılan sopalarla oynanan ? ? kazmaca? oyunumuz vardır. Çukuru kazılan çocuk sinirinden ağlar. Olsun, ?? ne güvenmeyen? mantar toplamaya gitmezmiş.

Aslında bütün bu oyunlar; ?mücadele etmeyi, yenmenin gururunu, yenildiğimizde yenilgiyi kabullenebilme sabır ve tahammülünü? kazandırırdı bizlere.

Her şey oyun içinde kalırdı.

Biz birbirimizi çok iyi bilirdik.

?Kavga etsekte, dövsekte, dövülsekte? ailemizi işin içine karıştırmazdık.

Birde ?Guylu Gobak? oyunu vardı. Aslında oyunun anlaşılır adı, ?Kuyulu Gobak?

Bir top olurdu. Oyuncu sayısı kadar yere kuyu kazılırdı. Her kuyunun bir sahibi olurdu. Kuyular içine top girecek kadar büyük olurdu. Top kuyular hizasında yuvarlanırdı. Top yuvarlanırken hep kaçmak, hem de kendi kuyusuna top girebilir düşüncesiyle hazır olmak gerekirdi. Top kuyusuna giren topu alır. Diğerleri kaçardı. Ebe olan topu kaçanlardan birisine atardı. Vurursa, vurulan çocuğun kuyusuna bir taş atılırdı. Vuramazsa kendi kuyusuna bir taş koyarlardı. Kuyulara belirli sayıda taş birikince, taşlar bir mendil içinde toplanıp saklanırdı. Ebe taşları buluncaya kadar gırgır şamata devam ederdi. Taş dolu mendil bulununca, iyi kaçacaksın. Ebe taşı kafana patlatmasın. Taşlar küçük olduğundan kafa delecek gibi değildi elbette. Oyun böylece son bulurdu.

?Dokuz Kiremit? oyununu bilmeyen yoktur.

?Çelik çomak, Çobut sektirme, Sırankaya (Sıralı kaya), Körebe, ?Eşekbinmece??

Daha nice oyunlar.

Anlatmayacağım, bu oyunları. Bu oyunlarda bildiklerinizi, siz anlatın birilerine.

Bu yazıyı okuyanlar, çocuklarına oynadıkları oyunları anlatsınlar.

Herkes, çocuğuna, torununa kendi çocukluğunda oynadığı bir oyunu öğretsin.

Herkes bir oyuncak yapmayı öğretsin.

Çocuklarımızı, ?ruhsuz oyun ve oyuncaklardan? birazcık uzaklaştıralım.

Çocuğum; ?elini keser, eline çekiç vurur? diye telaşa kapılmayın.

Çocuklar elini de kesmeli. Elini kesen daha dikkatli olur. Tecrübe kazanır. Çocuk, bir şey yapmanın mutluluğunu yaşamalı.

Çocuklara bir şeyi tarif edin. Gerisi gelir.

Şimdiki çocuklar bir harika!

Yeter ki, aranızdaki köprüleri kaldırmayın.

Hani bir söz vardır. Değişik söyleyeyim.

?Babam dedemden ileriydi. Ben babadan ileriyim.?

Ben 45 yaşımda bilgisayar ile tanıştım.

Bilgisayarın içinde, çok oyun var.

Sanal/Bencil/Egoist/Duygusuz.

Şimdiki çocuklar, 2 yaşında bilgisayara format atıyor.

Bilgisayarda, ?yalnız çocuk,? paylaştığı bir arkadaşı yok.. Sokağın tadı, başka türlü çocuklarda. Sokakta, ?paylaşım? var. Sosyalleşme, arkadaşlar arasında yaşandıkça ve paylaştıkça olur.

Çocuklar, çok hınzır olurlar.

Birisini kapana düşürmekten zevk alırlar. Çocukluğun sırrı, burada işte.

Bazı afacan çocuklar, ?yol ortasına? top atarlar.

Eğer çocukluğunuz aklınıza gelip, ?şöööyle gerilip topa vurmadan? önce bir düşünün.

Hatta topun içini bir kontrol edin.

Vurduktan sonra, kontrol etmeye vaktiniz olmayabilir.

Hastanede parmaklarınızı alçıya alan doktora da ?topa vurdum? parmaklarım kırıldı demeyin.

Topların içinde, ?sadece hava? bulunmuyor.

Bu da bir oyun.

Günümüzün oyunu.

Günümüzün, bir çocuk oyunu.

Sonucu önemli değil.

Ne yazık ki; ?oyunların sonu? oyun gibi değil günümüzde.

Bizler, ?çok büyüdük de? ondan mı acaba?

Neden, bahçemize kaçan topu gülerek çocuklara geri vermeyiz?

Yoksa biz büyükler, çocukları kıskanıyor muyuz?

?Keserim topunuzu? tehditlerinden niye zevk alır yaşlılar?

?Çocuksu gözlerinizi? yitirmeyin.

?Çocuksu sözlerinizi? tüketmeyin.

Onlar bitti mi, sizde bittiniz.

Ne dersiniz?

Filtreler:

Şuayip Odabaşı Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir