Bir Ankara / İki Gün / İki Lira
Ankara’ya gittim. Başkente yani.
Ankara, bu ülkenin resmi başkenti.
Bir başkenti daha var bu ülkenin. Manevi başkenti.
Manevi başkenti bu ülkenin Çanakkale. (Bir toplantıda “Türkiye’nin manevi başkenti Çanakkale’dir” diye söylemişti sunucu. Bu sözün sahibi olarak da, ÇOMÜ Rektörü Sedat Laçiner’in adı geçmişti. Hoşuma gittiği için burada yazdım.)
Çoktan beri yağmur yağmıyor. Ankara’ya yağmur çiselemişti. 4 Ocak sabahı, ATO Kitap Fuarı alanına giderken, yol kenarları ince bir çamur içindeydi. Yolun kenarına fazla yaklaşan otomobiller,kaldırımdaki insanlara çamur atmak için yarış ediyorlardı. Çamur çamur olsa gam yemem. Yolun üstündeki toz tabakaları, otomobil lastiklerinin aşınmasıyla oluşmuş lastik tozuyla birleşince, farklı renkte bir çamur oluşmuştu. Kirliydi, son günlerde kirlenmişti Ankara.
Uğur Mumcu için yazılmış türkünün sözleri değişiverdi dilimde.
“Bir cumartesi sabahıydı Ankara çamur altında
Yılbaşı ayazıydı yaz güneşi koynunda
…”
Kızılay, Çankaya, Y. Ayrancı… Ankara bana çok kasvetli geldi. Ankara’yı ben bir başkent havasında görmedim. Bakanlıkların önlerinden geçtim. Bir ilkokulun bahçesi kadar bakımlı ve iç açıcı görmedim bahçelerini. Okul bahçelerinin etrafındaki duvarlar, bakanlıkların çevresindeki duvarların yanında,“hiç” kalır.
Ankara’da otobüslere in bin, iki lira.
Çay, iki lira.
Ankara’da yaşayan, genç yazarlardan Cansu TIRAŞOĞLU, “Sökülen ilmekler” kitabında yazdığı bir öyküde şöyle kullanmış,“2 lirayı.”
“… her tarafı yırtılmış okul çantasını sırtına vurup¸otobüs durağına doğru yürüdü.Yaşlı bir teyze dikkatini çekti, hemen önündeydi. Yol verdi teyzeye,dolmuşa binmesi için. Yaşlı kadın,”Param yok benide götürebilir misiniz?” diye sordu şoföre. “Hep böyle yapıyorsunuz, in aşağı!” dedi şoför. Ömer avucunda sıkısıkı tuttuğu iki lirayı yaşlı kadına uzattı ve arkasını dönüp yürüdü. Üzgündü ama eve yürüyerek gideceği için değil, yaşlı kadını hakir görüp bağırdıkları için.”
Demek ki; bu ülkenin başkenti, kendi içinde fakirliği yok edememiş, bu ülkenin fakirliğini nasıl yok edecek?
Şimdi de, Ankara’da yaşayan şair arkadaşımız Selman ÖZDEMİR”En Güzel Nefes” adlı kitabındaki bir şiirine bakalım.
“Dişin kovuğundaki huzursuzluk değil midir aşk?..
Cüzdanında varlığından emin olmadığın son paran,
İki lira…”
İki liran yoksa Ankara’da, zor bulursun işten çıkınca evini bir akşamüstü. Ankara’daysanız, avucunuzun içinde sıkı sıkı tutun iki lirayı.
Çay içmek yada eve ermek için.
*
Ankara Kitap Fuarı’nda iki günün arası kalmam gereken birde “gece” vardı. Nerede kalacaktım. İmdadıma,“Kömürün Çocukları” kitabının yazarı “Ekrem Murat Zaman” yetişti. Hemen telefona sarıldı. Karşı tarafa adımı verdi. Çok mutlu oldum.
Kaldığım yerin adını tam yazıyorum.
“Ereğli Kömür Havzası Amele Birliği Biriktirme Ve Yardımlaşma Sandığı Konuk Evi”Y.Ayrancı’da. Bir kişi ücreti: 20 lira. Ucuz değil. Tam benim gelir durumuma uygun. Amelelerin gelir durumuna uygun.
Bu konuk evinde yaşadığım komikliği de yazayım sizlere.
Görmediğimiz, bilmediğimiz her şey bize yabancıdır. Teknolojik yeniliklere yetişemeyip komik durumlara düşüyoruz ya. Hani, İnek Şaban’ın döner kapıdan kurtulamayıp, binanın içine giremediği gibi.
Elektronik kartları biliyorum da, bazı aşamalarında geri kalmışım. Odaya girmek için kart verdiler. Kapıya, kartı tutup girdim içeri. Elektrik düğmesine bastım, elektrikler yok. İçerisi karanlık. Kartı tuttuğum elimle, yokladım bir yerleri. Işıklar yandı. Odaya gittim, ışıklar söndü. Yine aynı yere, aynı hareketi yaptım ışıklar yandı. Sonra yine söndü. Böyle böyle bir iki deneme yaptım. Sonra, bu işte bir yanlışlık var dedim. Işığı yine aynı taktikle yakıp, kartı dokundurduğum yere baktım, işi çözdüm. Kart yeri varmış, kartı yerine soktum işi bitirdim. Sonrada güldüm. Fuar alanındaki tuvaletlerin lavabosunda musluktan su akıtma mücadelesi veren, yazar geldi gözümün önüne.
*
Ben isimsiz, cisimsiz, kendi halinde yazdıklarıyla, kendi imkânlarıyla bir kitap oluşturmuş birisi olarak, bir imza gününe katıldım.
Üstlerinde, “ilk baskı 200 000 adet” yazan kitapların arasında, ışıldamaya çalıştım. O birkaç binlik kitapların “içerik değil, jenerik sattığını” biliyorum. Ne yazık ki bu ülkede, tribünlere oynanıyor hep. Okuyucu, bu dalgalanmanın içinde yalpalayıp duruyor.
Birçok yazar, bir işportacı çığırtkanlığında kitaplarını satıp yeni kitaplar doğurmak için mücadele ediyorlar. Bu ülkenin kültürüne hizmet eden herkese, kitap yapması için teşvikler sağlanmalı. Yerel yönetimler, çevrelerindeki yazarları desteklemeli. Bu ülkenin temeli kültürse eğer, yazarların hakkı korunmalı. Yazarlara şairlere, saygınlık kazandırılmalı.
Ben; maaşından para arttırarak kitap yapıyorsam,birileri benim bu durumumdan utanmalı. Ben böyle bir etkinliği, tek başıma gerçekleştirmekten gururluyum. Aynaya baktığımda ödülüm, kendime verdiğim bir selam oluyor.
Bir arkadaşın sözüne katılıyorum. “Çok parası olanları, yazmıyor tarih. Eser bırakanları yazıyor.”
*
Hayatın bir anlık değeri, 2 liraydı Ankara’da.
Kimine göre, 1 lira.
Kimine göre, bedava.
Bana göre; hayatın değeri insan.
Bir kitap yazdım, birçok insanın aydınlık yüzünü gördüm.
Birkaç iki lira harcadım.
Birçok insan kazandım.
*
Ankara’dan; “Sökülen İlmekler”öykü kitabıyla Cansu Tıraşoğlu,“En Güzel Nefes” şiir kitabıyla, Selman Özdemir ve “Alev Alev”romanıyla İlhan Küçükbiçmen. Zonguldak’tan; “Yansı” kitabıyla Ali Kaya ve “Kömürün Çocukları” kitabıyla Ekrem Murat Zaman. İzmir’den annelerin en özverilisi,“Seninle Yaşamak Güzel” kitabıyla Zöhre Özer. Pozitif enerjiyle,“Evliliklerde Aynı Kısır Döngü” ve “Geride Kalanlar” kitaplarına imza atan Semih Dikkatli.“Böyle Başladı” şiir kitabıyla, Rana Taşkın.Eeeee! birde ben Şuayip Odabaşı, “Cepteki Parmaklar”
“Karina Kitap” Haydar Çakmak.
Sizlerle hayatın değeri, ANKARA.
Yorumlar...
Henüz yorum yok...