Çanakkale ve Yaşam Kültürü

GEÇİŞLER VE DEVİNİM ÇOĞRAFYASI

Doğu batı arasında önemli bir geçiş olan Anadolu, karasal geçişler için 2 noktada daralır. Bunlardan birisi İstanbul Boğazıdır, diğeri ise Çanakkale Boğazı. Uygarlıklar doğudan batıya veya batıdan doğuya bu geçişler üzerinden yer değiştirir ve etkileşim içinde olurlar. Her geçiş, Çanakkale coğrafyasına bir şeyler bırakır ve geçenlere de buradan bir şeyler verir.

Bir başka geçiş biçimi ise su yoluyla  sağlanır, Akdeniz – Karadeniz bağlantısı Çanakkale boğazından yapılır. Deniz yoluyla yapılan geçişler tıpkı karasal geçişler gibi bu coğrafyaya bir şeyler bırakır ve geçenlere de buradan bir şeyler verir.

Karadan ve denizden yapılan geçişin bizzat kendisi önemli bir devim yaratırken, bu devinimin yaşandığı mekanlara da bu özelliğini yansıtır. Çanakkale coğrafyası durmaksızın bu geçişleri yaşar, denizden ve karadan geçişler hala günümüz yaşamında devinimin sürmesine yol açar.

Tespit etmeliyiz ki, bu coğrafyanın içinde yaşamanın vazgeçilmezi, hareketli ve devingen bir tarzı kabul etmekle mümkün olacaktır. Dingin ve sakin bir yaşam bu coğrafyanın kimliğinde yer almaz.

SAVAŞLA YAŞAMAK / BARIŞ İSTEMEK

Kritik geçişler, bu bölgenin önemini ortaya çıkartır. Bu öneme, sahip olmak, hükmetmek isteği ve talebi her dönem yaşanan ve bitmez / tükenmez olayları beraberinde getirir. Ayrıca bu coğrafyaya hükmedenlerin kazandıklarıyla ortaya çıkan zenginlik de diğerinin iştahını kabartır ve bu zenginliklere sahip olma isteğini çoğaltır.

Bu bölgeye sahip olanlar ile hükmetmek isteyenler arasında yaşanan olaylar genellikle ve ne yazık ki, rızayla ve kansız olmamıştır. Bunun adı “savaş”tır. Bu coğrafya büyük savaşların yaşandığı arenadır. Troia savaşı ve Gelibolu savaşı bunların en önemlisidir.

Savaşın “geçmiş anıları” ile “gelecek tehdidi”, daima bu coğrafyanın kimliğine müdahil olan / olacak en önemli yaşamsal değerdir. Her daim savaşla yaşamak zordur. Bu coğrafyanın insanları bu zorlukla baş etmenin çözümünü “barış” isteyerek bulmuşlardır. Bu coğrafyada barış istemek, sadece bir savaş karşıtlığı üzerinden kurulan entelektüel bir evrensel değer ile sınırlandırılamaz. Barış istemek, tüm yaşamın, kimlik ve kültür kotlarına giren anı ve tehditleri yüreğinde hissetmekle ve bu duruma direnmekle mümkündür.

ÇOĞUL VE ÇOĞULCU YAŞAMLAR

Kazdağlarının yükseklerinde yaşayan bir köylü der ki; “Bak oğul şu aşağılardan binlerce yıldır bir çok uygarlık gelip geçti. Tarih öncesi uygarlıklar, Helenistik dönem uygarlıkları, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklu Beyleri, Osmanlılar geçtiler. Şimdi de Türkiyeliler yaşıyor. Ben onlara hep baktım, gelip geçenleri, kralları, imparatorları, padişahları, komutanları, paşaları ve onların askerlerini gördüm. Hepsi de bizleri, yani burada kalıcı olanları, kendilerine benzetmek istediler. Diğerini kendisine benzeterek uygarlık yarattığını sandılar. Etkileri olmadı değil bizim yaşamlarımıza, ama uygarlık ve kültür bir yerde durarak biriktirilip yaratılabilir. Durmadılar ki uygarlıkları ve kültürleri devam etsin. Onlar gelip geçerken bu tarih sahnesinden, biz burada olanlara bir şeyler verdiler, bir şeyler bıraktılar ve biz de onlara bir şeyler verdik ve bir şeyler hediye ettik…”

Bu coğrafyada yaşayan herkes ne yazık ki Kazdağlarının yükseklerinde binlerce yıldır yaşam süren bu köylü kadar şanslı değildir. Aşağılarda, düzlüklerde, tepelerde, ovalarda, deniz kenarlarında, nehir başlarında zengin yaşamlar kurmuş insan yerleşimleri, gelip geçen her uygarlık tarafından yıkılıp tekrar yapılıyordu. Troia bile 50 civarında kültür uygarlığını görüp, 9 defa yıkılıp tekrar kurulmuş.

Bu coğrafyadan gelip geçen uygarlıklar, gelip geçmekle kalmamış, bir çok şey bırakmıştır. İnsanlar kalmıştır, yeni gelenler yerleşiklere karışmıştır. Kültürler etkilenmiş ve aklar karaları ayıklayarak yeni gürbüz kültür sentezleri oluşmuştur. İşte bu yaşananların hepsi tek ve baki olanı değil “çoğul” olanı yaratmıştır. Ve düzlüklerdekiler, deniz ve ırmak kenarındakiler çoğulcu yaşamları kurmuşlardır. Şimdilerde bu coğrafyada yaşamını sürdürenler bir diğerinin farklılığıyla yaşamasını bilmelidir. Birbirine benzemeyenlerin oluşturduğu yeni değerler, kimlik ve kültürümüzün bel kemiğidir. Bu coğrafyada “aynılaşmak”, “benzeşen tek tipleşmek” belki de hiç mümkün olmayacaktır.

BASKIN OLMAYAN ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK

Tüm bu çoğulculuğun getirdiği sonuç, baskın bir kültürün, tek tip bir yaşam kanalının olmadığıdır. Bu coğrafyada yaşayanlar çok kültürlü yaşamı binlerce yıldır sürdürüyorlar. Diğeriyle, diğerinin farklı yaşamıyla, diğerinin çok kültürlü tercihleriyle birlikte olabilmek, buna tahammül etmek ve bunu tercih etmek, içselleştirmek Çanakkalelilerin genetiğine işleyen bir durumdur. Aksi bir durum zaten burada olabilmesinin, yaşamını sürdürmesinin somut koşullarını ortadan kaldırır.

Belirmeliyiz ki, çok kültürlülük veya baskın tek kültürlülüğünün olmayışı, “kültürsüzlük” anlamına gelmez. Tam aksine farklılıklarla zenginleşmenin en önemli belirtisidir.

Binlerce yıldır bu coğrafyadan gelip geçenler, gidenler, gelenler ve geri dönenler kendi kültürlerini katmakla kalmazlar, bir parçalarını burada bırakırlar ve Çanakkale’ye hediye ederler. Şiddet içermeyen çatışmasız bir toplum ve diğerine karşı toleranslı bir yaşam sürdürmek, binlerce yıllık kültür etkileşimiyle oluşan çok kültürlü ve çoğulcu yaşamın bir sonucudur.

ÇANAKKALE KENTİNİN DEĞİŞİMLERİ

Anadolu’nun genç kentlerinden birsidir Çanakkale. 1462-63 yıllarında Fatih tarafından, İstanbul’u Akdeniz üzerinden gelecek saldırılara karşı korumak için, inşa edilen Kale-i Sultaniye (Çimenlik Kalesi), kentin ilk çekirdeğini oluşturur. İlk yerleşikleri olan Müslümanlar (Cami-i Kebir Mahallesine) ve Romanlar (Çay Mahallesine) kalenin hemen kenarına yerleşir. Kent biraz büyüdüğünde deniz ve ulaşım işleriyle uğraşan Rumlar Yalı Mahallesini oluşturur. Bir grup Ermeni’nin kentin zanaat, el işçiliği, esnaf işlerini yürütmek için atölyelerini kurdukları Sarıçay kenarına kendi yerleşimlerini yaparlar.

1462-1750 dönemini kapsayan bu evre kentin “garnizon ve savunma kenti” misyonunu üstlendiği dönemdir.

  1. yy.’dan itibaren kentin güvenli bir limana dönüşmesi, alışverişi arttırır. Bölgedeki meşe palamudu, pamuk, bakla, arpa ve diğer hububatlar, deri ve süt ürünleri, zeytin ve zeytinyağı, vb gibi değerli ürünler deniz ulaşımıyla kentten diğer bölgelere satılmaya başlanır. İşte tüm bu ürünlerin toplanması ve satışı ticaretiyle uğraşan Musevilerin / Yahudilerin kente yerleştikleri bir dönemdir bu dönem. Özellikle 1840’lardan sonra Osmanlının uluslararası ticarette yaptığı serbest alışveriş imkanları, Avrupalı bir çok aileyi kente çekmiştir. Avrupa ülkeleri ile Amerika’nın ticari ataşeliğini üstlenen bu zengin tüccarlar, kordon buyunca yaptıkları büyük yalı ve konaklara yerleşirler.

Bu dönem ticaretle oluşan ekonomik zenginlik ile farklılıkların getirdiği kültürel zenginlik, kente sanat ve estetik değerler hediye eder. Mimari yapılardaki sanat ve estetik gelişim bu dönemde zirveye ulaşır. Seramik sanatı uluslararası üne kavuşur.

1750-1915 dönemi Çanakkale’nin “Ticaret Kenti” misyonunu taşıdığı dönemdir.

Balkan savaşlarıyla başlayan, Çanakkale ve Gelibolu savaşlarıyla büyüyen fiziki yıkımlar, bütün değerleri altüst eder. Kent yaşayanları tedirgindir. Akabinde oluşan 1918 sonrası işgal yılları, Anadolu insanının dirayetli kurtuluş savaşı, yeni Cumhuriyetin kurulması, mübadele ile kentten gidenler ve gelenler, yeni bir devlet olma halleri, Çanakkale’nin çok ciddi değişimler yaşamasına yol açar. 1930 sonrası yükselen Avrupa faşizmi, 2. dünya savaşı yılları Avrupa sınırındaki Çanakkale’nin teyakkuzda olmasını ve normal yaşamını sürdürememesine yol açar.

Tüm savaşlar ve savaş halleri, kentin ve kentlinin bir önceki dönemde elde ettiği tüm zenginliklerini kaybettiği dönemdir. Ekonomik yoksulluk, yıkımlar, ticaretin yok oluşu tüm yaşamları doğrudan etkiler. Bu dönem kültürel yoksullukta yaşanır. Farklı etnik ve dinsel grupların kentten ayrılması, zengin kültürel çoğulculuğu yok eder. Kente gelenler, ulus devletin belirlediği kimlik ve yaşam normlarını kabul edenlerdir. Dolayısıyla, etnik, dilsel ve dinsel çeşitlilik yerini ulus kimliğine bırakmış, tek tip yurttaş yaratma ülküsü, farklılıkları yok etmiştir. Bu durum, yeni bir durumdur ve yeni bir şeydir.

1915-1945 dönemi Çanakkale’nin “Savaşlar Kenti” misyonunun üstlendiği dönemdir.

20 yy.’ın son dönemi Çanakkale’nin kentleşme serüveniyle değişiminin klasikliğini gösterir. Tüm kentlerde olduğu gibi, Çanakkale’de göç alır, apartmanlaşır, bu değişimde kent rantı ve arsa spekülasyonu temel belirleyicidir. İl olması, başat yatırımların (Organize Sanayi Bölgesi, Havaalanı, Liman, Üniversite, AVM’ler, vb.)  buraya yapılmasını sağlar. Kente yapılan her müdahale, karşılığını bulur, yeni göçler gelir, binalar yükselir.

Göç ve göçe bağlı fizik değişim kadar önemli bir başka durum, kentin geçiş ve devinim özelliğini sürdürmesidir. Avrupa Asya bağlantısı karayolu geçişleri ve gemiler aracılığıyla buradan yapılır. Ege Denizinden Marmara Denizine geçen gemiler Çanakkale boğazını geçerler.

1945-2015 dönemi Çanakkale’nin “Klasik Değişim ve Kentleşme” misyonunu taşıdığı dönemdir.

Görüleceği üzere, Çanakkale kenti tarihsel derinlik içinde, bir çok misyon üstlenmiştir. Her misyon farklılığı kimlik ve kültürüne doğrudan etki yapmış ve günümüze bir çok evrensel değeri taşımıştır.

Öbür yandan Çanakkale kenti tüm bu tarihsel derinlik içinde bir çok dilsel, etnik ve dinsel farklılığı bünyesinde barındırmış ve birlikte yaşatmıştır. Diğeri ile birlikte yaşamanın, çatışma içermeyen birliktelikleri, toleranslı çoğulculuğun kimlik ve kültürümüze girmesi bu çoğulcu ve çok kültürlü yaşamlarla bugüne aktarılmıştır.

20.yy.’ın son yarısından bugüne yaşanan büyüme, 8.000 kişilik nüfusun 120.000 kişiye dayanmasına yol açar. Dil, din, etnik kimliklerin tipleştirildiği, yaşam biçiminin “yurttaş / vatandaş kimliğiyle” şekillendiği son 65 yıl, bir başka çoğulculuğu ortaya çıkartır. Gerek kendi ilçe ve köylerindeki kişilerin kente göçü, gerekse ülkemizdeki farklı yerlerdeki insanların Çanakkale’ye yerleşmesi kültürel çeşitlilikle oluşan zenginliğin temelini oluşturur. Ayrıca, kentin her 3 kişisinden birisinin öğrenci oluşu ve çoğunluklar bu genç nüfusun, ülkenin farklı coğrafya ve kültürlerinden taşıdıklarıyla kenti paylaşması, kültürel zenginliğin bugüne yansıyan en önemli belirtisidir.

SONUÇ YERİNE;

Tespit edilmelidir ki, Çanakkale hem tarihindeki yaşanmışlıklarıyla, hem de bugüne dair mevcudiyetiyle, çoğulcu / çok kültürlü ve farklılıkların zenginleştirdiği değerleri barındırır. Dönemsel olarak bu kültürel yapının yarattığı rahatsızlıklar, müdahalelerle yok edilmeye çalışılmıştır. Tipleştirme ve kendine benzetme girişimleri başarısızlıklarla doludur.

Farklılığı ve çok kültürlülüğü, tehlike olarak görmek ile zenginlik olarak görmek tercihi, her dönem Çanakkale’sinin tartışmasıdır. Mesele tercihten öteyedir. Tarihsel yaşanmışlıklarının getirdiği kimlik, coğrafi özellikleri, jeopolitik konumu, iklimi, ve diğer bir çok özellik Çanakkale’nin değişim içinde ve devinimlerle yaşamasının kaçınılmazlığını bizlere gösteriyor.

Çanakkale’nin rüzgarı ve akıntılı boğaz suları bile durmayı değil, hareketi ve devinimi bizlere yaşatır. Bu devinim ve değişimlerin yarattığı çoğulcu / çok kültürlü yaşamları durdurmak ve yok etmek, geçici bir kaç hevesten öteye bir durum yaratmaz. Dolayısıyla, bununla yaşamasını öğrenmek ve bilmek lazım.

Kentliye yüklediğimiz bu sorumluluk, kuşkusuz meselenin gelişmesi için en önemli aşamadır. Ancak, bir diğer mesele; siyasi, idari ve yönetsel tüm politikaların ve stratejilerin, bu kültürel kotlara göre ve bu gelişme çizgisinde yapılması ve gerçekleşmesidir. Ekonomik gelişme politikaları ve stratejileri bile, bu farklı kültürel zenginleşmeye uyumlu değerlere göre düzenlenebilmelidir.

İnsan yaşamını mutlu kılmak aslolan ise, tarihsel ve doğal olanın yol göstericiliğinde yaşamları sürdürmek ve geleceğe taşımak mutluluğun anahtarı olsa gerek. Bu hiç de zor değildir…

Bu yazı 20 Şubat 2015 tarihinde Çanakkale Olay Gazetesi’nde yayınlanmış olup, yazarının izniyle Çanakkale İçinde sayfalarında da yayınlanmıştır.

Mimar İsmail Erten Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir