Çanakkale’den “!f²” Geçti

Aslında bu yazıyı önceki gün yazmam gerekiyordu. Ama peşine takılmamı isteyen ‘beyaz tavşan’la henüz karşılaşmadım, ve dolayısıyla burası harikalar diyarı değil. Hem yazı hakkında kafamda oluşturduğum taslak da daha iyi otursun, ne acelesi var (çok ama boş yazıyorum, değil mi?). Dahası, bu işten para kazanmadığıma göre, etkinliğin ismi tarih olmadan önce yazsam yeter diye düşünüyorum.

Şimdi bilen bilir, bu sene onuncu yılı olmakla beraber AFM sinemaları, geleneksel olarak AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali -daha bilinir adıyla “!f istanbul”- diye bir etkinlik düzenlemekte. Şimdi “ben on sene önce daha sümüklü bir çocuktum” edebiyatı yapmaya gerek duymuyorum. Neyse ne. Şunun şurasında “bağımsız sinema” kavramını bile henüz 2-3 sene önce keşfettim zaten.

Neyse işte. Yine bilen bilir, ille de bağımsız sinema diye tutturmuş gidiyorum. Ve aslında param olsa, (hadi parayı geçtim, dersler başladı ? !f istanbul başladı, hangi ara gideceksin?) bir şekilde Istanbul’a gidip festival boyunca orada pineklemek isterdim. Ama gerçekte, !f istanbul başlamıştı ve ben bütün gelişmeleri en fazla twitter üzerinden takip edebiliyordum.

Sonra birden bire “!f²” ortaya çıktı. Istanbul’da olmayanlar, Istanbul’a gelemeyenler ama ille de bağımsız sinema diye tutturanlar için, filmler sınırlı sayıda da olsa, çeşitli şehirlerde izlenilebiliyordu. Yani, Çanakkale’den Istanbul’a bağlanıp “o” filmleri izleyebilecektik? Bu arada, aslında !f² geçen sene de olmuş. O zamanlar niye gitmedim bilmiyorum. Belki de duymadım. Bilemiyorum. Gelgelelim bu sene, yine eşeklik ederek gösterimin ilk gecesi gitmedim. Sosyolog adayı bir arkadaşım, gitmeyenlerin çok şey kaçırdığından bahsediyordu? Artık gitmek gerekiyordu. Geç olsun, güç olmasın hesabı ikinci günü kaçırmamak elzemdi.

Hatta ikinci günün sabahı Çanakkale’de sert esen rüzgâr ve rüzgârın etkisiyle hissedilen soğukluğun artması (bunun nesneler üzerinde etkisi olmadığını biliyorum) ile bunun gibi manzaralarla karşılaşmak mümkün oluyordu:

Ama gazı almıştım ve tipi de çıksa, fırtına da olsa gidecektim. Gittim de.

.

Ehm.

.

*Sorun şu ki, yazının devamını nasıl bağlayacağımı bilmiyorum. Neticede film festivali, oldu bitti. Film izlerken fotoğraf mı çekeceksin? Hayır elbette. En fazla gösterimden önce çekersin bi tane:

Evet, film oynamıyorken ekran böyleydi. Mesela bunu şimdiye kadar izlediğim en iyi kara mizah filmlerinden birisi olmayı başaran “Four Lions“tan önce çekmiştim. Sonra film başladı, bitti filan. Film kritiğine girmek istemiyorum, izleyende manidardır?

Ehh “film bitti, ikinci filme de çok var” derken, her ne kadar bilgi birikiminin benden çok fazla olduğunu bilsem de kafa dengi dediğim Mehmet Güneş’in de salonda olduğunu gördüm. “Kafa dengi” diyorum, işte bakınız, o da bağımsız sinema düşkünü, fırsatı kaçırmamış ve salona gelmişti. Zaten yine ÇOMÜFOT eşrafından sinema meraklısı 3-5 arkadaşım dışında tanıdığım kimsecikler yoktu.

.

Film arasında gerek kritik, gerek ayak üstü geyik, yok efendim kitaptı, sinemaydı derken zaman geçirecek birisi olaraktan Mehmet, beni soğuk ellerde yalnız koymamıştı. Kendisine tekrardan teşekkür ederekten “ordaydık, evet” babında bu fotoğrafını da eklemek isterim:

“Dört Aslan”dan sonra, gerçekten işlenmesi güç bir konusu olduğunu düşündüğüm “El último verano de la Boyita ? Boyita’nın Son yazı” gösterildi. Etkileyici bir filmdi bence. Bir anlığına bile kendini “Mario” olarak düşünmek, insanı zorluyor.

Neyse işte. Etkinliğin 3. gününde de iki film gösterilecekti. Ben ilkine yine eşeklik edip gitmedim. Ama ikincisine gitmek yine elzemdi. Pazar gününün son filmi, aynı zamanda etkinliğin son filmi, rotoskop tekniği ile (Mehmet’le önceki gün beyaz perdeye rotoskop ile uyarlanmış Philip K. Dick’in güzide eseri “A Scanner Darkly“den bahsetmemiz de ilginç olmuş bak) çekilmiş alternatif bir uzay filmi olan Mars‘tı. Geneliyle mükemmel değildi belki ama yer yer mükemmel dokunuşlarda bulunan keyifli bir filmdi kısaca.

.

Derken, bir etkinliğin daha sonuna gelmiştik? Sonrasında bir “muhabbet kahvesi” içmezsek olmazdı elbet. Soğuktan kendimizi koruyacak bir yer bulduktan sonra muhabbete devam ettik, akşam oldu filan?

.

Not: Aşağıdaki bu fotoğrafın etkinliğin bütünüyle ilgisi yok ama belki de Dört Aslan‘daki Ninja Kaplumbağa’nın rokete bağlayıp patlamasına güldüğümüz kadar buna da gülmüşüzdür, eklemeden geçemedim:

Aslında şimdi bakıyorum da, hava soğuk be abi. Hani keşke yaz olsaydı da, ben garsondan soğuk bira istemeye razıydım. Ama çay mütemadiyen?

.

Not²: “Arkadaşım, madem etkinlik bu kadar güzeldi, niye olup bittikten sonra yazıyorsun ulen?” demesin kimse. Facebook’ta ben bunu duyurmuştum. Etkinliğe “katılacağım” demek kolay, “layk” butonu kolay, değil mi?

İyi geceler der, defteri kapatırım. Harbi iyi geceler, mart sabahı mart sabahı?

‘ÇANAKKALE İÇİNDE’ Notu: Bu yazı Sinan Ceylan’ın izniyle, http://ucantabure.wordpress.com adresli blogundan alınmıştır.

Filtreler:

Sinan Ceylan Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir