Eğitimin Ulu Çınarları (17 Nisan  Anısına)

17 Nisan Köy Enstitülerinin kuruluş yıl dönümüdür. Köy Enstitüsünden mezun olup halen hayatta olan öğretmenlerimizin sayısı her geçen gün azalıyor. Bu öğretmenlerimiz dünyanın kabul ettiği, takdirle karşılandığı, bazı ülkelerin model olarak aldığı ve eğitim sorunlarına bu modelle çözüm bulduğu Köy Enstitüsü uygulamasının kaynağından yetişmiş kişilerdir. Bunlardan iki örnek sunuyorum.Onları bulup tanımak,onlardan bir şeyler öğrenmek bizleri mutlu ediyor.

MEHMET ZEYBEKOĞLU
Mehmet Zeybekoğlu 1926 Çanakkale Bayramiç İlçesi Evciler Köyü doğumludur.İlkokulu köyünde okuduktan sonra öğrenimine devam etmek ister, çevresinde devam edebileceği okul yoktur. Ortaokul sadece Çanakkale Merkez ve Biga İlçesinde bulunmaktadır. Ailesinin kendisini buralara göndererek okutmaya ekonomik olarak gücü yetmemektedir. Bir gün köyünün öğretmeni okuldan bir kız arkadaşı ile birlikte kendilerini çağırarak onların Köy İlköğretmen Okulu sınavlarına gireceklerini söyler. Kız öğrenci yetişkin ve nişanlı olduğunu söyleyerek girmek istemediğini bildirir. Mehmet bu habere çok sevinir, kendisi için bir imkan doğmuştur. Sınav günü gelince sınava girer ve o güne kadar hiç bilmediği, belki de adını bile ilk defa duyduğu Trakya ?nın bir köşesinde Lüleburgaz’a beş kilometre uzakta bozkırın ortasında Kepirtepe Köy İlköğretmen Okulunu kazanır. Büyük bir heyecan ve mutluluk içerisindedir. Bir haziran günü okuluna gitmek üzere yola çıkılır. İstanbul’a varıldığında şehrin önemli yerleri ve bazı müzeler gezilerek trenle Lüleburgaz’a ulaşılır. 1940 yılı haziran ayıdır.

Bu günleri M.Zeybekoğlu şöyle anlatmaktadır:
“Okula vardığımızda Lüleburgaz kırında yeni kurulmakta olduğunu gördük. Yeni yapılmakta olan bir binanın bodrum katında bir yıl ders yaptık. Daha sonra derslikler, yatakhaneler, yemekhaneler, atölyeler yapıldı. Bu sırada yeni çıkan yeni bir kanunla okulumuzun adı Kepirtepe Köy Enstitüsü oldu. O yıllarda Enstitü müdürleri çevrede çalışkanlığı ile tanınan öğretmenleri Bakanlığa haber vererek okullarına atanmalarını sağlıyordu. Öğretmenler de öğrenciler gibi her işte çalışıyordu.Mükemmel bir eğitim uygulanıyordu. Okulumuzda Öğretmenlik yanında demircilik, marangozluk,bahçecilik, fidancılık, arıcılık,hayvancılık..gibi iş kolları da vardı. Ben Demircilik ve tenekecilik bölümünü seçtim. Öğrenciler günlük derslerin dışında mezun olduklarında köylerde köylülere öğretmek üzere bunları da öğreniyordu. Enstitülerde hayatta gerekli olabilecek her türlü bilgi uygulamalı olarak öğretiliyordu. Mezun olup köye giderken bu işleri yapmak üzere gerekli ekipman ücretsiz olarak veriliyordu. Köy Enstitülerinde yaz tatili yoktu. Dini bayramlarda köylerine gidip gelmek üzere beş on gün izinli sayılıyorlardı. 1944 yılında okulu bitirdiğimde doğup büyüdüğüm Bayramiç’in Evciler Köyüne atandım. 160 öğrenci ile tek öğretmen olarak uzun yıllar görev yaptım. Bu yıllarda öğrencilerin okula devamsızlığı önemli bir sorundu. Aileler çocuklarını tarlaya, bahçeye, hayvana gönderiyor, onların iş gücünden yararlanmak istiyorlardı. Ben bu durumla ilgili olarak kardeşlerimle, akrabalarımla başta olmak üzere köy halkıyla mücadele ettim. Toplam 19 yıl köy okullarında görev yaptım. Yetiştirdiğim öğrencilerim arasında doktor, profesör, öğretmenler… vs. var. Köy Enstitülerine ve devlete minnet duyguları taşıyorum. Onlar olmasa ben okuma imkanı bulamazdım. Köy Enstitüleri çok önemli kişiler yetiştirdi. Şair M. Başaran benim bir üst sınıfımdaydı. Fakir Baykurt’lar, Talip Apaydınlar..gibi daha niceleri Enstitülerden yetişmiştir. Köy Enstitüleri kapatılmayıp devam etmiş olsaydı toplumumuz açısından çok büyük kazanç olacaktı. Ama bazı çevrelerin işine gelmedi, kapatıldı, yazık oldu.” diyor.

Cumhuriyetin kazanımlarının her aydın gibi farkındadır. Atatürk devrimlerinin yıllarca savunuculuğunu yapmış ve toplumca kabul edilmesi yönünde mücadelesini vermiş bir insan olarak ceketinin yakasına taktığı Türk Bayrağı ve Atatürk rozetini gururla taşımaktadır.

Bu yaşında Tarihi Gelibolu Yarımadasındaki küçük çiftliğinde sebze, meyve, zeytin yetiştirmektedir. Üretimden kopmamış, kopmaya da niyetli görünmemektedir. Kendisine daha nice uzun ömür ve sağlıklı yaşam diliyoruz.

RAMİZ HOCA
Bu arada mesleğimi yaparken yaşadığım ilginç olaylardan biri de Biga İlçemizin Çınardere köyüne yaptığımız bir okul ziyareti öncesinde Köy Enstitüsü çıkışlı bir çobanla karşılaşmamızdır.

Bizim toplumumuzda insanımızın önemli eksiklerinden birisi günlük tutmama ve yaşadığı önemli olaylarla ilgili notlar almamasıdır. Ben de bu toplumun insanı olarak bunlardan biriyim. Muhtemelen 1990’lı yılların başıydı. Birlikte görev yaptığımız İlköğretim Müfettişi arkadaşım İsmet Köseoğlu ile birlikte programımız gereği okulları ziyaret edip, öğretmenlerimize rehberlik yapmak üzere Çanakkale’den otobüse binerek Biga’ya doğru yola çıktık. Gideceğimiz köy Biga’ya varmadan şehirlerarası bir yolun kıyısında Çınardere köyüdür. Okula ulaşmak için köyün içinden geçilecek ve birkaç yüz metre daha gidilecektir. Köyü geçip okula doğru yürürken önümüzde sürüsünü kırlara yaymak üzere götürmekte olan çoban bizi fark ederek döndü ve “Müfettiş beyler hoş geldiniz,nasılsınız bakalım, teftişlere başladınız mı, rehberlik mi yapıyorsunuz ” gibi sözler söyleyince arkadaşımla birbirimize baktık ne diyeceğimizi, ne söyleyeceğimizi şaşırdık, çünkü bir çobanın bizim görev alanımızla ilgili bu ölçüde bilgisi olması karşılaşılabilecek bir durum değildi. Bir çoban için fazla sözlerdi. “hoş bulduk” diyerek pek de umursamaz bir tavırla yürüdük, geçip gittik. Arkamızdan “Ben şu koyunları bırakayım çay içeriz, sohbet ederiz” dedi. Ancak biz bu söze de aldırmadan yürüyüşümüzü sürdürdük.

Güneşli, ılıman güzel bir sonbahar günüydü. Okulda teneffüs saati olduğu için çocuklar bahçede oynuyor, güzel havada öğretmenler de bahçede güneşleniyor ve sohbet ediyorlardı. Uzaktan da olsa çobanla karşılaştığımızı, karşılıklı konuştuğumuzu gördüler. Okula gelince hoş beş sonrasında bir öğretmenimiz ” hocam Ramiz hocayla tanıştınız sanırım” dedi. Biz bir öğretmenle karşılaşmadığımızı, sadece bir çobanla birkaç cümle konuştuğumuzu söyleyince öğretmenimiz” efendim, o çoban öğretmendir. Uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra Biga merkez Fatih Okul Müdürlüğünden emekli olmuştur” demez mi, ikimiz de şaşırıp kaldık. Bu defa konuşmamızı Ramiz hoca üzerine yoğunlaştırdık. Öğretmenimiz Ramiz hocanın Savaştepe Köy Enstitüsünü bitirdikten sonra uzun yıllar köylerde görev yaptığını, öğretmenliğinin yanında tarım ve hayvancılık işlerinden hiç kopmadığını, Çınardere’nin kendi köyü olduğunu, ekonomik olarak ihtiyacı olmamasına rağmen çiftçilik yaptığını,koyun yetiştirdiğini ve çobanlığı çok sevdiğini, sürüsünü kırlarda yayarken güzel kaval çaldığını, üç çocuğu olduğunu, birisinin Türk Silahlı Kuvvetlerinde Yüksek rütbeli bir subay, diğerinin üniversitede görevli bir akademisyen, kızının da İktisat Fakültesi çıkışlı işinde başarılı bir kişi”olduğunu anlattı.

Konuşmalar ilerledikçe gönlümüzde ve beynimizdeki çobanın görüntüsü değişmeye başladı. Kendisine ilgisiz davranışımızın pişmanlığını duymaya başladık. Yaşının ilerlemiş olmasına rağmen bu zahmetli işi yürütmesini çocuklarının nasıl değerlendirdiğini sorunca öğretmenimiz çocuklarının  bu işi sürdürmesinde ısrarcı olmamasını istediklerini, yaz tatilinde gelince koyunlarını sattırdıklarını, ancak tatil bitip çocukları işlerine dönünce Ramiz Hoca’nın sattığı kişiye giderek, aldığı parayı ve emeğinin karşılığı olan parayı da verdikten sonra koyunlarını tekrar geriye aldığını söyledi.

Çok ilginç birisi ile karşı karşıya olduğumuzu şimdi daha iyi anlamıştık. Okuldaki çalışmamızı tamamladıktan sonra ayrılıp yola çıkmak üzere köyün içerisinden geçerken takım elbiseli, boynunda kravatı, yakasında Atatürk rozeti olan ,yeni sakal tıraşı olmuş biri kahvehaneden çıkarak bizi karşıladı.”Müfettiş beyler gelin bakalım, çay içelim, biraz sohbet edelim “dedi. Bu kişiyi daha önce hiç görmediğimizi düşünürken sesinin yabancı gelmediğini fark ettik. Bu sabah sürüsünün başında gördüğümüz çobandı. Şimdi bir öğretmene, bir köy önderine benziyordu.

Hayatı yaşayarak öğrenmiş, çalışarak iş içinde eğitilmiş yaşamın her aşamasında üretimden hiç kopmamıştı. Öğretmenliğini de ezber , işe yaramaz bilgilere dayandırmamış, iş içinde işle eğitim ilkesini uygulayarak sürdürmüştü. Tadına doyamadığımız bu çay sohbeti sonrasında kendisinden izin isteyerek ayrıldık. Ramiz hoca ile uzun süre tekrar karşılaşmamız mümkün olmadı.

Son görüşümde bir merhaba diyememenin eksikliği halen içimi sızlatır. Biga İlçesinden Çanakkale’ye döndüğüm bir yolculuk sırasında bindiğimiz araç Çınardere köyünde durunca bazı yolcular indi. Bunlardan biri bana hiç de yabancı değildi. Kalın camlı gözlükleri, altı köşeli şapkası, bastonuna asıp omzuna aldığı pazar çantası ile inenlerden biri Ramiz hoca’nın ta kendisiydi. Araç içerisinde yolcu kalabalığı arasında tanıyamamış olmanın üzüntüsünü halen yaşıyorum.

Yaşı hayli ilerlemişti, tanıyanlardan kendisini sorup bilgi alıyordum. 2001 yılında Ramiz Hocayı kaybettiğimizi öğrendiğimde içimden bir şeyler koptu. İdealist bir nesil sona eriyordu. Okullarımızda şimdi de öğretmenlerimiz var. Ancak ; köy önderlerini nasıl bulacağız. Birinci tren kaçtı.

İşte Köy Enstitülerinin farkı buydu.

Yurdumuzun doğru eğitim modellerini bularak, doğru öğretmenler yetiştirerek doğru eğitim modellerini uygulayabilmesi özlemiyle Ramiz hocama tanrıdan rahmet ve ışıklar içinde yatmasını diliyorum.

Filtreler:

Saim Ertün Son Yazıları...

Yorumlar...
  • İsmail Bayırlı
    22/04/2021 22:25

    Saim Bey yazılarınızı zevkle okudum. Yalın ve akıcı bir anlatımla yazmışsınız. Çok beğendim. Aynı anlatımı kitabınızı okurken de izlemiştim. Güçlü bir dile ve kaleme sahipsiniz. En içten dileklerimle kutluyor, bu güzel çalışmaların devamını temenni ediyorum.

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir