Eskici

Köyde yaşayanlar bilirler.
Genelde derin bir sessizlik, hükmünü sürdürür köylerde.
Belki de hep alışık olduğumuz sesler, bir sessizlikmiş gibi gelir bize. Biz farkına varamayız.
İlk defa duyduğunuz bir ses sizi kaldırır oturduğunuz yerden. Günlük yaşantınızın bunaltıcı monotonluğu içinde, koşarsınız sese doğru.
Ben çok fırladım sokağa, bu sesleri duyunca. Ben de yürüdüm sokakları, bu sesle birlikte.
Bir adam, ardında bir eşek.
Eşek, üzerine yüklenmiş çuvallardan iki büklüm. Eşeğin derdi kendine. Biz çuvalların “içini” merak ediyoruz.
Adam bağırıyor:
“Eski çorap alıyom. Eski yün gazak alıyom. Eski naylon babıç alıyom. Eski bakır alıyom. Eski pulluk demiri alıyoooooom. Ballı yemiş, ballı keçiboynuzu veriyoooooom. İde (iğde) de var haaaaaaaaaaa.”
Bizim köyde yemiş (kuru incir) bulunmaz. Keçi boynuzunu, keçilerde gördük. Ballı keçiboynuzu nasıl bir şey? “Keçiboynuzu” dedikleri şeyin, Akdeniz ikliminde yetişen bir ağacın meyvesi olduğunu nereden bileceğiz?
Biz “Kazdağlıyız”. Bizim bildiklerimizi de başkaları bilmez.
Öğrenmenin bir yolu var. Eski sümen (yün) çorap, naylon bapuç bulmak.
Bulunan ökçesi ve burun kısmı delinmiş çoraplar evden aşırılır. Bir iki keçiboynuzu ile değiştirilir. Para olur mu köy çocuğunda?
İlk defa keçiboynuzunun tadına varılır. Keçiboynuzunun, sert çekirdekleri cepte gezdirilir.
Evde bulunamayan çorapların hesabı da günü gelince görülür (verilir).
Bundan kırk yıl önce; iğde, keçiboynuzu ve de yemişle (incir) eski yün çorap, kazak takas(tırampa) yapan, naylon ayakkabı, demir parçası, bakır çanak tencere toplayan çerçiler.
“Eskici geeeellllldiiiiii”, diye bağıran bu insanlar.
Eskiciler.
Bir eşekte yüklü hazineleriyle, yaya olarak köyleri gezerler, alış veriş yaparlardı.
Benim için ne kazandıkları değil, ne getirdikleri önemliydi.
Belki de bu eskiciler, bakkal dükkânlarının, marketlerin temellerini böyle attılar.
**
Bugün ki aklımla düşünüyorum. Yok olup giden, bu çerçilerin yaptıklarını.
Çocukluğumda bana heyecan yükleyen bu insanlar, ?eski yün çorapları? toplayıp ne yaptılar?
O yün çoraplar bir araya toplanıp, tekrar yün kumaş oldu.
Yeniden bayramlık oldu. Aba pantolon oldu.
Naylon pabuçlar, eritilip tekrar pabuç oldu.
Demek ki bu memlekette üretim için gerekli olan “ham madde” yeterli değildi.
Şimdi öyle mi? Hammadde sorunu da neymiş.
“Marka” konuşuyor günümüzde.
**
Yumurtacılar vardı. Bağırırlardı.
“Yumurtasulan getirsin, tanesi on kuruşşşşşşş. Adam “yumurtası olan” diye bağırırmış meğer. Ben anlıyorum,” yumurta sulan.” Yumurta ile su arasında bir bağlantı yokmuş, gülüyorum halime.

Yumurtacı; aldığı yumurtaların hesabını, kopyalı bir kalemle bir yumurtanın üstünde yapardı. Ağaç bir sandık içine bir sıra yumurta, üstüne de saman koyardı. Yumurta kasasını bir kat yumurta, bir kat saman ile iyice doldururdu.
Bu yumurtalar, bir veya birkaç eşekle şehirlere ulaştırılırdı.
Bazı yumurtacıların “talika arabaları” vardı. Bu yumurtacılar, biraz daha varlıklı sayılırlardı.
Artık köylerde yumurta bulamazsınız.
Köylüler yumurtayı kasabadan alıyor.
Patatesi, soğanı ve de sarımsağı pazardan alan köylü dolu. Tavuk yemini çarşıdan alan köylülerin sayısı gittikçe artıyor.
Ben, soğanı, patatesi pazardan alana “köylü” demem.
Köylüler yozlaşmış mı? Çağ mı atlamışlar? Ne olmuş?
Ne bileyim.
Köylüleri de üreticilikten uzaklaştırıp, “tüketici” yapacaklar bu gidişle. Yaptılar da?
Köylülerde; “iki dönüm bostan, yan gel Osman” deyip tembelliği seçerlerse, hepten yandık.
Her şey bozulmuş, yozlaşmış. Hele yumurtalar. Yumurtanın akı ile sarısı birbirinden farksız, ayıramazsınız.
Köylü de bozulmuş.
“Kim köylü, kim şehirli.” Belli değil.
**
Bir köylü, yıl boyu yiyeceği temel gıdaları, kendi üretir ve ambarında saklardı.
Hiç parası olmasa üç-beş yıl idare ederdi. Ekonomik krizlerden çok etkilenmezdi.
Elindeki ürünlerden birazını satıp, şeker-yağ ve tuzunu tedarik ettiyse, en mutlu kişiler köylüler olurdu.
Çevrenize bir bakın. Evlerde buğday ambarları boşaldı. Buğday değirmen de emanette.
Süt mandıraya gider.
Peynir ve salça markette.
Köylü; süt satıp üç kuruş alacağım diye, yoğurt yemiyor.
Bir köye asker arkadaşınıza tepeden inme misafir gitseniz. İddia ediyorum. Önünüze iki yumurta pişirip, bir dilim peynir koyamaz. Yoğurt yoktur. Ekmek, ilçeden gelmiştir.
Bu saydıklarım bulunsa bile “ev yapımı” değildir.
Teknoloji-meknoloji derken, köylüleri de “tüketici bir toplum” haline getirdik.
Sonumuz hayrola?
**
Köyde yaşayanlar artık doğadan da koptular.
Keklik otu, güveotu (kekik), ardıç filizi, ıhlamur?toplayıp çay yapıp içmiyorlar.
Kahvelerde bile, küçücük kağıt poşetlerde kimyasal içecekler satılıyor.
Kekik kokulu, limon ve nane kokulu kıytırık içecekler.
Yaban turbu, cicibici, semizotu, ilabada pişirmiyorlar.
Nohut ve burçak kahvesi de yok.
Köylüler çok moderen oldular çok.
-Ulen Gaveci İsmil, bi nes yap len. Üç topaklı osun?
Yaşasın NESCAFE.

Filtreler:

Şuayip Odabaşı Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir