İHD, İmroz’un Anlatılmayan Tarihine Işık Tutacak

23 Temmuz 2014

İnsan Hakları Derneği (İHD) Çanakkale Şubesi üyeleri, İmroz/Gökçeada’da yaşayan Rumların 1924 yılından bu yana adada yaşadıkları sorunlar ve paylaşımları ön plana çıkaracak örnek bir çalışma gerçekleştiriyor.

Geçtiğimiz günlerde İmroz/Gökçeada’ya ziyarette bulunan Çanakkale İnsan Hakları Derneği üyeleri, adada çekilen spot filmin kamuoyuna önümüzdeki günlerde paylaşılacağını dile getirerek; “İmroz’un bu duruma gelmesinde, elleri kirli olanların, buraları gördüğünde kaybettikleri vicdanlarını yeniden bulacağını düşünüyoruz. İmroz isminin Rumca olmamasına rağmen, adalılara iadesini edilmesi, dostça yaşadıkları mutlu günlerine dönmesi için tüm adalılara verilecek bir hediye olacaktır. İmroz’da eğitim konusunda atılan olumlu adımın, iş alanları yaratarak devamının gelmesi, gidenlerin geriye dönüşünü de sağlayabilir. Miras hakkı pratikte olmayan adalılar, çocukları ve torunları ile bir arada, Türkiye Devleti vatandaşı oldukları hatırlanarak eşit koşullarda yaşamalıdırlar. Eğitim, sağlık, barınma, iş haklarını güvence altına aldığımızda, azınlığa düşmanlığı körükleyecek her türlü eylemden kaçındığımızda, eski hatalarımızı tüm azınlıklara unutturabiliriz miyiz bilinmez ama denenmelidir” dedi. Ziyaret sonrasında bir açıklama yapan Çanakkale İHD Şubesi, konuyla ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:

İMROZ’DA KOMŞULARA ZİYARET

“Bu ziyaretin sebebi, Rum vatandaşlarımızla oluşmasını istediğimiz güven ve sevgi ortamının devamlılığını sağlamaktır. Çünkü, İmroz, 1970’de çıkarılan bir kararname ile adı Gökçeada olarak değiştirişmiş. bir adamızdır. Geçmişte Rum kökenli vatandaşlarımızın yoğunlukla yaşadığı adada, durum şu anda eskisi gibi değildir. Yaşanan geçmişteki insan hakları ihlallerine bakarsak, bu durumun sebepleri daha iyi anlayabiliriz. İlk olarak 1923’te, seçimle başa gelen Rum yöneticilerin mal varlıklarına el konmuş, 1500 kişi adayı o yıl terk etmişti.. 1925’te yine Lozan Sözleşmesinin 14 ve 15. maddelerine aykırı olarak kardeş ada Bozcaada’yla (Tenedos) İmroz’un özerklikleri feshedilmiş, azınlık dilinin eğitimi yasaklanmıştı.1927de Lozan hiçe sayılarak 1151 sayılı kanunla (hala yürürlükte) yasaklanan Rumca eğitim, 1952’de serbest bırakıldı 1964’te tekrar yasaklandı. 1942 yılında da adaya Anadolu’dan getirilen kişiler yerleştirildi iskân çalışmalarına başlandı, manastırların mal varlıklarına el kondu, durumu protesto eden üç cemaat lideri tutuklanıp Anadolu’ya sürüldü.17 Mart 1964 te Milli Güvenlik Kurulu’nun 35 sayılı kararıyla ?Adanın Türkleştirilmesi için gerekli ekonomik, sosyal ve manevi şartların hazırlanması? çalışmalarına hız verildi. 1964 te,1062 sayılı yasa ve ondan doğan gizli kararnamelerle İmroz’daki azınlık gayrimenkulleri millileştirildi. 1960 yılında 25 milyon m² alana sahip Rumlar’ın, 1990 sonlarında kişi başına arsa hakkı 600 m²’ye kadar düştü.Aynı tarihlerde, Rum asıllı balıkçılara teknelerini kullanma yasağı kondu. Okullarda azınlık derslerinin ve eğitmenlerinin tümünün Türkiye’de çalışması yasaklandı. 1966’da adanın en büyük ve verimli arazilerine el kondu.1967’nin sonlarına doğru İmroz’un 262 kutsal mekânından, 248’i nde halk dini ibadetlerini yerine getiremez hale getirildi.”

FAİLLER HALA YAKALANMADI
“1974’te Kastro Köyü bir gecede boşaltıldı, kilisesi ve mezarlığı talan edildi. 1974’te İmroz Belediye Başkanı ve 20 cemaat ferdi evlerinden alınarak Metropol kilisenin avlusunda bir hafta gözaltında tutuldu. Bu günlerde öldürülen Stelyo Kavalero (1973 Merkez), Stilyani Zuni (1975 Zeytinli köyü), Yorgi Vigli (1980 Dereköy), İstrati Stilyanidi (1984 Dereköy), Niko Lada (1984 Merkez), Zafiri Delikostanti (1990 Eski Bademli)’nin failleri hala yakalanmadı! İmroz’un dışına, dünyaca ünlü ada koyununun satışı kısıtlanınca, et fiyatları düştü, halkının en önemli geçim kaynağı bundan zarar gördü köylüler ekonomik şiddete uğradı, halk yoksulluğa mahkum edildi. Dereköy’ün hemen aşağısına devlet Yarı Açık Cezaevi kurdu.. Adaya önce mahkûmlar getirildi, sonra da aileleri alındı.Adada tarım işleriyle uğraşan mahkûmlar serbestçe dolaşmaya başladı. Mahkûmlar Rumlara tecavüz, hırsızlık, darp, hatta adadan göç edenlerin iddiasına göre cinayet işledi ve devlet bu durumu engelleyici bir önlem almadı. Hatta birden bire adada, TİGEM vasıtasıyla üretim çiftlikleri kuruldu, adalıların geçimlerini sağladıkları en değerli zeytinlikleri, bu yolla kamulaştırıldı. Adanın ekilebilir arazilerinin yüzde 90’ına bu dönemde el konuldu. Hem de yumurtanın tanesinin 25 kuruşa satıldığı yıllarda, metrekaresine sekiz kuruş gibi ucuz bir bedel ödeyerek..”

TÜRKİYE’DE YAŞAMAK VE ÖLMEK İSTİYORLAR
Nefret söylemleri ve adada yaşayan halklar arası düşmanlık büyütülmemelidir. Bunca zulme rağmen hala az sayıda da olsa yaşayan Rumlar, vatanları kabul ettikleri Türkiye de yaşamayı sürdürmek dışında bir şey istememektedir. Oysa Patrikhaneden adada kalmak için, sözde aylık aldıkları gibi zırvalar ve yalanlara rağmen, ülkelerinde yaşamak ölmek ve gömülmek istemektedir. Yaşayanlara geçmişte yapılanlara ek olarak şu anda, ölülerine tahammülün olmayışı, mezar taşlarının kırılması olayı ile kutsal yerlerine ve boşalttıkları özel mülklerine saygı duyulması, üç yıl önce İnsan Hakları Derneği’mizce kayıt altına alındı. Kamuoyu ile olay paylaşıldı, insanlık adına yapılanlar kınandı ve yapanların bulunması ve cezalandırılması istendi.

Rum kökenli kızımız Marina’dan öğreceğimiz çok şey olduğu, 2009 yılında, görüldü. İstiklal Marşı okuma yarışmasını, duygu dolu okuyuşunun güzelliği sebebi ile birincilik kazanmıştı. Medya ailesini o dönem tanımıştı. Annesinin, gazetelere verdiği röportajda söyledikleri, dikkat çekiciydi. 17 ekim 1999’da Gliki (Eski Bademli) Köyü’nde yaşarlarken, evleri askerlerce kundaklanmış, o zaman 15 aylık olan Marina kurtarılırken, çıkan yangında 4 yaşındaki ağbeyi hayatını kaybetmişti. Ama annesi, kimseye nefret beslemediğinin altını çiziyordu. Türkiyeli olmaktan ve vatanında yaşamayı sürdürmekten hala gurur duyuyordu.

İşte onlardan ve Rumlardan öğreneceğimiz daha çok şey var, diyoruz. Çünkü geçmişte açılan yaralarını sessizce saran ve kadim duruşları ile acılarını içine atan komşularımız, hala bizlere düşmanlık beslemiyor ve şiddete şiddetle karşılık vermiyor. Acıları bu yüzden acımızdır. Yalnız değillerdir. Bizler onları yeniden anlamaya çalışan Türkiyeliler olarak yanlarında olduğumuzu hatırlatmak için, İmroz’a gittik, gidiyoruz, gideceğiz. Geçtiğimiz günlerde yaşadıkları sel baskını ve deprem sebebi ile tüm adalılara geçmiş olsun dileklerimizi sunmak istiyoruz. Doğa ya da insan eliyle yaşanan tüm felaketlerin son bulmasını dileriz. Dostlukla, yeniden kucaklaşabileceğimizi ve sevginin hastalıkları ve hasta düşünceleri, iyileştireceğine eminiz. Komşumuzu anlamak, tanımak, sahiplenmek ve yeniden dokunmak için, İmroz’a ziyaretlerimizi önemsiyoruz.

Bu gidişimizde, 1960’lı yıllarda, 1950 hanenin yaşadığı, Türkiye’nin zamanın en büyük köyü olan Şinudi (Dereköy )’nin boşalan evlerini, sokaklarını ve Tarihi çamaşırhanesini çektiğimiz spot filmini, kamuoyu ile ileriki günlerde paylaşacağız. İmroz’un bu duruma gelmesinde, elleri kirli olanların, buraları gördüğünde kaybettikleri vicdanlarını yeniden bulacağını düşünüyoruz. İmroz isminin Rumca olmamasına rağmen, adalılara iadesini edilmesi, dostça yaşadıkları mutlu günlerine dönmesi için tüm adalılara verilecek bir hediye olacaktır. İmroz’da eğitim konusunda atılan olumlu adımın, iş alanları yaratarak devamının gelmesi, gidenlerin geriye dönüşünü de sağlayabilir. Miras hakkı pratikte olmayan adalılar, çocukları ve torunları ile bir arada, Türkiye Devleti vatandaşı oldukları hatırlanarak eşit koşullarda yaşamalıdırlar. Eğitim, sağlık, barınma, iş haklarını güvence altına aldığımızda, azınlığa düşmanlığı körükleyecek her türlü eylemden kaçındığımızda, eski hatalarımızı tüm azınlıklara unutturabiliriz miyiz bilinmez ama denenmelidir…”

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir