İstanbul Dedikleri Koca Köy

İstanbul’a gittim.

Gece yaptığım yolculuğun uykusuzluğu ve yorgunluğu ile şehir içinde yaptığım yolculuk beni duman etti.

Birisi bana iyi bir dayak attı sanki. Ancak bir boksör mü dövdü? Yoksa bir karateci mi hırpaladı? Bilemiyorum.

Hayali bir dayak yedim.

İki gün kendime gelemedim.

Bu İstanbul, insanı pataklama tekniğini iyi biliyor.

*

Seyahat ettiğim otobüs firması, Brad Pitt adlı artistin (aktör) oynadığı filmin adını taşıyor. Firmadan şikâyetim yok.

Biga?da şoförün arkasındaki koltuğa, kara kuru, çakma sarışın bir bayan bindi. Koltukta kıvrılıp yattı. Yalova?dan, İstanbul yakasına geçince uyandı. Şoförle dırdıra başladılar. Bir kişi daha katıldı kervana. Otobüs, Harem?de indirecek yolcuları. Tamam.

İnsanların, bu yönden gelmesinin bir nedeni var. Yolcuların evleri; Tuzla?da, Kartal?da ne bileyim Küçükyalı?da olunca bu firmayla, bu yönden geliyorlar.

Şoför konuşuyor. Kadın destekliyor. Bir şakşakcı daha veriyor körüğü.

?Kardeşim, belediye otobüsünü geçti bu iş. Her semtte birilerini indir.?

Heee ne bu ya! Dur kalk, dur kalk. İn bin, in bin.

?Götüreceksin milleti Harem?e. Silkeleyeceksin. Kim nereye gitmek istiyorsa gitsin.?

?Olur canım. Sen müşteriyi Harem?de silkele. Müşteri seni ikinci defada öyle bir silkeler ki, donun bile ayağından düşer.?

Boş otobüsle gelir gidersin.

Küçükyalı?ya gelince, korka korka söyledik ineceğimizi. İndik, E5 yolunun ortasında.

Adam gönülsüz ya. Kabak gibi bizi bıraktı, tehlikenin içine.

Bir de ?Dikkatli olunuz? dedi.

Vınladı gitti.

*

Saat 05.30.

Alacakaranlık.

İstanbul uyanık.

Yol hareketli. Kurtardım kendimi bir halle, E5?ten.

Yolun üst tarafında bir börekçi.

Börekçi arabadan indirdiği tepsi tepsi börekleri fırına yerleştirmekle meşgul.

?Kolay gelsin? deyip oturdum mekânın içine.

Dışarısını gözlüyorum.

Bir anne, kızını işe uğurluyor.

Bir adam, çöpleri karıştırıyor.

Bir dolmuş taksi, müşteri avında. Beni gözleyen de oluyor ara sıra.

E5?ten geçen araçların gürültüsü kimyamı bozdu. Sokak lambalarının ışığında, gökyüzüne doğru egzoz dumanları fark ediliyor.

Kirli İstanbul.

Bir çay istiyorum börekçiden.

Pişmiş börekleri tezgâha diziyor. Böreklerin yağı, eğik tutulan tepsinin kenarında göl oldu bile. Ördekler gelip yüzebilir. Yağ gölü.

Ye yiyebilirsen.

Çay berbat ve 50 krş.

Yaşı altmışa yaklaşmış bir şoför indi, okul sevisinden. Geldi oturdu yan masaya. Şoför, Barış Manço gibi beyaz uzun bıyıklarına, alt dudağında muska şeklindeki sakalla destek yapmış.

?Günaydın? diyorum.

Sohbet ediyoruz.

Gideceğim yer, yolu üstündeymiş.

Beni götürüyor.

İyi dileklerimle teşekkür ediyorum.

*

İstanbul?u insanlar mı örseliyor, yoksa İstanbul, insanları mı örseliyor?

Belli değil.

Yaşam savaşında, ekmek kavgasında kimin galip kimin mağlup olduğu belli değil.

Sürprizler var. Fırsatlar da var.

İstanbul?da her şey var.

Üst ve alt geçitlerin, düzleşen her geniş basamağında bir dilenci ikamet ediyor. Dilencilerin çoğunluğu, genç birer kadın ve yanında uyuyan bir bebek. Dilenciler doğurgan. Kirli battaniyeler sarınmışlar. Bekleşiyorlar.

Sakat gibi görünen erkekler de var.

En işlek kaldırımlarda sıralanmış işportacılar.

Önünde bir dijital terazi ile yüzü düzgün bir adam. Kilolarına karşı zafiyeti olan birisi para verip kilosunu cümle âleme göstermez. Bu adam kesin polis olmalı.

Bir genç, oyuncak fare satıyor. Üniversite öğrencisi olmalı.

Bir bayan parfüm satacak sözde. Önünde ağzı açık bir çanta. Sadece oturuyor. Ya satmaktan bıktı ya da hayattan. Ya da polis.

Bir adam, duyacak kadar bir sesle ürkekçe bağırıyor. ?Beş paket yara bandı. Bir lira.?

Bir genç, kâğıt mendil satmaya çalışıyor.

Fındık fıstıkçıda var.

Mendilci kızlar ile çikletçiler hangi işlek yolun, ölüm satan bölümünde titriyorlar bilmiyorum.

Kırmızı ışıkta, cam silicilerde vardır mutlaka.(Gelibolu?da olduğuna göre)

Zıtlıkların iç içe olduğu, bir koca şehir İstanbul.

Ne dedi Sos. Bakanı; ?Tekel işçilerinin yerine, bu paranın yarısına çalışacak çok insan var.?

?Doğru söylüyor, Sayın Bakanım.?

?Doğruda, ben de bu bakan yerine çalışırım, aldığı paranın yarısına, bıraksın bakanlığı?

?Böyle mantıksız, mantık olmaz.?

Mantıkta mantıksızlıkta var İstanbul?da.

*

Otobüse bindiğim zaman, gözlüyorum insanları.

?İnenlere yol verin lütfen? diyor, elinde iki bağlama taşıyan adam.

Bir kız çocuğu, bir yaşlı kadını görmezden geliyor. Sıkıca yapışıyor koltuğuna.

Benim, yer göstermeme şaşırıyor bir bayan.

Bir kız kulaklık takmış, soyutlamış kendini insanlardan, kalabalıklar içinde yalnız. Bi teyzenin kolu, kulaklığın kablosuna takılınca, kız otobüste olduğunu fark ediyor. Bir çığlık atıyor. Herkes fark ediyor kızı.

Bu kız, Ruhi Su ya da Sümeyra Çakır?ı dinledi mi acaba?

?Uzun ince bir yoldayım? türküsü Tarkan?a aittir diyenlerden mi yoksa?

Bir entel, ?Dan Brown?un? ?Sembol? adlı kitabını okuyor.

Acaba bu genç, Fakir Baykurt?u ya da Yaşar Kemal?i okudu mu?  Orhan Veli?yi biliyor mu?

Bir genç telefona sarılmış. Arkadaşına, ?N?haber moruk? diye bağırıyor. Dizi çekimlerinden, senaryodan konuşuyor. Bölüm çekimlerinden bahsediyor. Duyanlar, arkadaşı senarist ya da yönetmen zanneder. Pehhh!

Kesinlikle, Aliye Rona ile Mürüvvet Sim?i tanımıyordur.

Erol Taş ile Nihat Ziyalan?ı bilmiyordur.

Mesaisini tamamlamış dilenciler, biniyor otobüse.

Çarşaflı kadınlar, çember sakallılar, 1800?lü yıllardan çıkıp gelmişler.

Kırmızı ışıkta, duruyor araçlar.

Öndeki bir aracın camında, ?Huzur İslam?da? yazıyor.

Aracı satsan, dört aileyi ömür boyu idare eder. Ameliyat parasını bulamadığı için basit bir hastalıktan öbür tarafa göçenler.

Bizim köylü, ?Aşık Memet?te? külüstür motosikletinin önüne bir çıkartma yapıştırmış

?Huzur İslam?da?

Aşık Memet?in cep telefonunda, porno filmler.

Ne yaman çelişki.

*

?Diller? karışıyor birbirine.

Ben, Kürtçe bilmiyorum.

Halo Dayı, Türkçe.

Trakyalı bir teyzem, ?h? harfini silmiş alfabeden.

Çingeneler her iklimde özgür.

Karadenizli Dursun?un kimliği yüzünde.

Her mahalle, bir Anadolu.

Her mahalle, bir minik Türkiye.

Bazı yerlerde, tanıyor insanlar birbirini.

Bazı yerlerde, kapı komşusu ile selamlaşmayanlar var.

Kimisi, gazeteden öğreniyor komşusunun öldüğünü.

*

İstanbul?a gittiğiniz zaman, elinizi kolunuzu sallayarak gezemezsin kardeşim.

Gözünü dört açacaksın.

Gözü yumuk gezmeyeceksin.

?Önüm arkam, sağım solum sobe? yok öyle.

Her daim sobelenebilirsiniz.

İstanbul, gün ışığında bile çok karanlık.

?Huzur? şurada burada diyenler ne kadar huzurlu?

?Dilenci? ne kadar mutlu? Çocuğunu hangi mama ile besliyor?

?Yara bandı? satan adam kendi yaralarını sarabiliyor mu?

?Parfümcü kız? hangi güzel elbiseleri giyip, hangi parfümü sürüp, hangi baloya gitti? Bilen var mı?

?Çarşaflı kadın? aynada yüzüne hiç baktı mı?

?Oyuncak fare? satan adam, kendi çocuğuna hiç oyuncak aldı mı acaba?

*

?Taşı toprağı altın? denilen İstanbul?da bütün insanlar, kayıp aslında.

Huzur kayıp İstanbul?da.

İşsizlik, dengesiz gelir dağılımı, çok açlar, çok toklar? Var gibi görünen yoklar.

?Çöpü karıştıran bir genç kadın.?

?Huzur? arıyor.

Çöpe atılmış bir huzur.

Allah katında herkes eşittir. Öyle derler.

Öyle değil kardeşim.

Hani bağırır kimileri, ?şehitler ölmez? diye.

Çatır çatır, ölür gençler.

Öyle değil işte.

Kimse eşit değil.

Kapitalist bir düzen içinde, İstanbul ne yapsın?

İstanbul bir değirmen taşı gibi, insanları öğütüyor.

Kimsenin elinde eşit büyüklükte bir çuval yok.

Kuvvetli olan büyük çuvalı, güçsüz olan dibi delik çuvalı kapmış.

Doldurmaya çalışıyor.

İstanbul, hayatı çuvallamış.

İnsanları çuvallamış.

Kimse farkında değil.

Ben daha fazla çuvallamamak için…

Kaçtım İstanbul?dan.

Nereye mi?

Kazdağları‘nın bir kuytu köşesine.

Yenice’ye.

Filtreler:

Şuayip Odabaşı Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir