Tostçular Çarşısı

Ayvalık deyince benim aklıma hep Kuva-yi Milliye hareketi gelir. Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra, Anadolu’yu sırtlanlar gibi ele geçirip parçalamak isteyen düşmanlara karşı, başlatılan sivil hareketin adıdır, Kuva-yi Milliye.

Batı Anadolu’da, 15 Mayıs 1919 yılında İzmir’in işgalinden sonra, Ege Bölgesi’ndeki kıyı şeridindeki kasabalarda, en hızlı ve en zalimce işgallere başlanılan yerlerden birisi de Ayvalık’tır.

Ayvalık, her dönemde Yunanlıların hedefindeki bir bölge olmuştur. Yunanlılar işgale başladıklarında, 172. Alay’ın ve Kuva-yi Milliye kahramanlarının direnişiyle karşılaşmışlar. Yunanlıların bu direniş karşısında şaşkına uğramaları, Ege Bölgesi’nde başka direniş meşalelerinin de yakılmasına neden olmuştur. Kısacası, Balıkesir ve Çanakkale yöresi milli direnişin merkezi durumuna gelmiştir. Bu önemli direnişin en önemli yerlerinden biriside, Ege Denizi’nin incisi Ayvalık’tır.

Ayvalık, deyince aklıma;

“Ali Çetinkaya, Kuva-yi Milliye, Milli mücadele, zeytinyağı ve fabrikaları, Ayvalık sabunu, Şeytan Sofrası, Ayvalık önünde, Ege Denizi’ne serpilmiş adalar”… Gelir.

Nedense, “Ayvalık” deyince aklıma, iyinin dışında başka hiçbir şey gelmez.

*

Bir gezi sonrasında, son durağımız “Ayvalık” oldu.

Otobüsümüz, bizi bir tepenin üstüne çıkardı. 360 derece yavaş yavaş kendi etrafında dönen bir insanın, her derecede keşfedeceği, öyle bir manzara var ki sormayın. Nereye baksanız bakın, bir tablo var karşınızda.

“Şeytan Sofrası” denilen tepenin üstü, aslında şeytan sofrası filan değil. Aslında “Melekler Sofrası” olmalı burası. İstenilse, “Halil İbrahim Sofrası” durumuna da getirilebilir.

Denizin güzelliği, küçük küçük adacıkların yeşili… Doyumsuz bir huzur yüklüyor insana.

Bir taşın üstündeki ayak izine benzer bir şekle, akıllı birisi şeytanın ayak izi demiş. Bir şeytanlık edip bir sofra kurmuş ya da kurmamış, insanların uğrak yeri olmuş burası. Şeytanın ayak izi bir kafes içine alınmış. Etrafındaki çalılara, koruma tellerine insanlar çeşitli bezler bağlamışlar. Şeytandan bile, medet umup bir dilekte bulunabiliyorlar. Hadi, yatır işlerini anladım da, bu şeytandan hangi şeytanlığı istiyorsunuz?

Yol kenarında, bir ağaçta nasibini almış, bez parçalarından. İnsanlar, çaresiz kalınca böyle şaşkınlıklar, oluyor demek ki. Boşuna dememişler, “denize düşen yılana sarılır”

Şeytan Sofrası’nın, aslında bir elden geçirilmesi gerekiyor. Bazı yerlerde, terk edilmişliğin izleri “pislik” olarak kalmış. Ortalıkta kırık çatal, delik kaşık çok fazla. Sofra bezi delinmiş. Eski bir araç, hurda halinde manzarayı bozmuş. Kullanılmayan mekânların görüntüsü de hoş değil. Şeytanın sofrasında, bir şeyler yiyip içmedim. Fiyatlardaki şeytanlığı bildiğim için.

Ancak bir gerçek var.

“Şeytan Sofrası” için bile kurtuluş savaşı yapılır.

*

Ayvalık’ın içine indik. Deniz kenarında, bakındık şöyle bir. Eski bir yağ fabrikasının bacasını gözledim. Bir çocuk sordu, “bu nedir?” diye. Anlattım çocuğa. Eski ateş tuğlasından yapılmış eski yapılar, bir güzellik katıyor Ayvalık’a. Denize sırtımı verip, Ayvalık Evlerine bakarken gözüme ilişen bir levhayı iki kez okudum.

“Tostçular Çarşısı/Ayvalık”

On kadar esnaf küçük küçük dükkânlarda, tek sıra halinde, farklı masalarda hizmet veriyorlar çarşıda.

Çeşitli çarşı isimleri duydum. Memleketin başka bir yerinde “Tostçular Çarşısı” olacağını zannetmiyorum.

Ünlü “Mısır Çarşısı’nda” mısır satılmadığı bir gerçek. Ayvalık’taki bu çarşıda, gerçekten tost satılıyor. Tostun adı da, “AyvalıkTostu.” Marka olmuş. Bu tost, Ayvalık Zeytinyağlarının önüne geçmiş.  Birisi, İstanbul’da tost satan birisine, “Ayvalık Tostu” var mı? Diye soruyorsa, bu iş marka olmuştur. Hepsi bu kadar!

Çocuklar bile, “Ayvalık’a gidiyoruz,” dediğimizde, hemen atıldılar, “Ayvalık Tostu yiyecek miyiz?” diye. Hadi gel de yeme!

Pazarlık ettik, girdik çarşının içine. Esnafın “benim masama oturun, gel vatandaş, bizim ki çift kaşarlı…” Gibi bir tavrı yok. Üçten fazla esnafın, masalarına yayıldık. Bizim payımıza da tabelasından öğrendiğin kadarıyla “By Bora” düştü. Benim sırtımdaki çantanın içinde zeytinyağlı yaprak sarması var. Yetmezse, birde peynirli börek var. Yiyecek satan birisinin iş yerinde, yaprak sarmalarını çıkarıp yesek, iş yeri sahibi suratını asar mı acaba? Diye içimden geçirdim. Yinede çıkarıp sarmaları, masanın üstüne koydum. Diğer arkadaşlara da ikram ettim. Başladık atıştırmaya. Bir taraftan da tek tek hazırlanmış, tostlar geliyor. Bize hizmet eden bayan, bir tost getirip verdi masamıza. Sarmaları görünce ” Oooooo yaprak sarması, bende alabilir miyim bir tane?” diye sordu. Bende “on tane al” dedim. Bak şimdi oldu işte. “Bu kadın bizden” dedim. Eğer somurtsaydı, bir tost satma derdine düşseydi, hatırlamazdım bile. Bir daha yolum düşerse, aynı yere yani “By Bora’ya” misafir olurum.

Kalan birkaç sarmayı da kadına verdim. Tostlarımızı yedik. Milli içeceğimizi de içtik.

Sevimli bir öğrencim, “Ayvalık tostu diyorlardı. Ben içinde ayva var sanıyordum” deyince koptuk.

Ayvalık Tostu’nun özel bir ekmeği var. Ekmek kızartılıyor. İçine kaşar, sucuk, sosis, turşu, domates… Konuluyor. İsteğe göre başka şeylerde var.

Ayvalık, ürettiği değerlerle alakası olmayan bir yiyecekle, anılır olmuş. Bir marka oluşturmuş. Ekmek arasına koyulan çeşitli yiyeceklerle hazırlanan bir tostla hem de.

Ayvalık zeytinliklerinde; gençliğinde zeytin toplayan birisi olarak, tarlada kızartılan ve üzerine zeytinyağı sürülen ekmekle, avucumun içine aldığım, yağı damlayan kara zeytinlerin tadını, hiçbir markayla değişmem.

*

Ayvalık’ta Güneş’in batarken denizde bıraktığı kızıllığın içinde, bir akşamı daha bitirirken, bir günümüzün bir anlık anının, izlerini de fotoğrafladım.

O zenginliğin içinde, denize doğru bir simidi kemirerek yemeye çalışan, yaşlı adamın yaşama sevincine ortak oldum çaktırmadan.

Eski bir Ayvalık evinde, yaşamayı hayal ettim.

Denize bakan bir yamaçta, yaşlı bir çam ağacına yaslanıp, denize bakmayı da hayallerimin sandığına yerleştirdim.

Bir akşamüstü bir kayıkla, dolaşmayı da kattım hayallerimin içine.

Sandığımı alıp koltuğumun altına, biniverdim otobüse.

Baktım söyle bir adalara, Güneş son fırça darbeleriyle bitirirken resmini.

 “Bu vatana borçlu olduklarımız var ya!”

Birçoğu Ayvalık’ta, bize bedelsiz armağan ettiler hayatlarını.

Otobüsün camından dışarıyı gözlerken, bir Çingen çocuğunun el sallamasına takıldım. Gülümseyerek ödedim borcumu, esmer çocuğa.

Dedim ki;

“Hoşçakal Ayvalık”

Filtreler:

Şuayip Odabaşı Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir