Yrd. Doç. Dr. Arzu Başaran Uysal: “Boğaz Köprüsü Uluslararası Ölçekte Bir Proje Olmalı”

29 Nisan 2013

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ)’nden Aslı Topsoy, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Arzu Başaran Uysal ile ÇOMÜ, yürüttüğü projeleri ve boğaz köprüsü planlarından çocuk parklarına kadar Çanakkale üzerine bir röportaj gerçekleştirdi:

Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin (ÇOMÜ) en genç fakültelerinden olmasına rağmen Çanakkale’yle en iç içe olan birimlerinden biri. Fakültedeki akademisyenlerin çoğu kentle ilgili projelerde gönüllü olarak görev alıyor, kent için projeler üretiyorlar. Biz de Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Arzu Başaran Uysal bunu “Bizim laboratuvarımız kentler” diyerek özetliyor. Uysal ile ÇOMÜ, yürüttüğü projeleri ve boğaz köprüsü planlarından çocuk parklarına kadar Çanakkale üzerine konuştuk… 

Sizi biraz tanıyabilir miyiz hocam?
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) mezunuyum. Yüksek lisans ve doktoram da İTÜ’den. Doktora sonrasında ÇOMÜ’de böyle bir bölüm kurulacağından haberdar olunca başvurdum ve 2008 yılında buraya geldim. Geçtiğimiz yıl Mimarlık ve Tasarım Fakültesi olduk ve bu binaya taşındık. Mezun olduğum okul, İTÜ Taşkışla Kampüsü çok renkli bir okuldur. Öğrenci almaya başladığımızda zamanla burada da benzer bir hava oluşur diye umuyorum.

“ÇANAKKALE’YE GELMEK İNSANLARIN HOŞUNA GİDİYOR”
Çanakkale’yi önceden biliyor muydunuz, bir bağınız var mıydı?
Daha önce yaz tatillerinde Bozcaada’ya Asos’a gelip giderdik. Çanakkale’nin doğası çok güzel, çok yaşanabilir bir yer. Batıda olması bir avantaj. Dışarıda çok güzel bir Çanakkale ütopyası var. Kime “Çanakkale” desem; “Ne kadar şanslısın” diyor. Bu çok önemli bir şey. Bu algıyı Çanakkale çok bilinçli stratejilerle kazanmış değil, fakat bilinçli stratejilerle korunması gereken bir algı. Örneğin üniversiteye konuşmacı olarak birisini davet edelim, seve seve geliyor. Çanakkale’ye gelmek insanların hoşuna gidiyor. Güzel izlenimlerle dönüyorlar. Bunları kaybetmemek gerekiyor. Başka kentler bu algıyı yakalayabilmek için para harcıyor, yatırım yapıyor.

Kampüsün planlanmasını nasıl buluyorsunuz?
Çok hızlı büyüyen bir üniversite olduğu için önceliklerimiz var, önce bina yapmamız, dersliğe kavuşmamız gerekiyor. O yüzden ihtiyaçlara göre nerede boş alan varsa oraya yerleşerek büyüyor kampüs. Belki önceden planlansa biraz daha yaşanabilir alanlar yaratmak mümkün olabilirdi. Yine de geç kalınmış sayılmaz tabi. Bütün bunlar daha sonra olacak şeyler gibi geliyor. Yürüme yolu oluşturma, oturma alanları oluşturma gibi şeyler daha sonrasının işi gibi.

Tasarlanacak mekanın niteliği de planlamayı şekillendiriyor olsa gerek. ÇOMÜ Terzioğlu Kampüsü bu bağlamda nasıl değerlendirilebilir?
İstanbul’dan buraya gelirken de düşüncem, “Küçük yere gidiyorum, okula yakın bir ev tutarız, yürüyerek gidip gelirim” idi. Buraya geldikten sonra olamayacağını gördüm. O yüzden “Keşke zamanında daha düz bir alan seçilseymiş” dediğim oluyor. Ama eleştirmek çok kolay. Şehirler çok eleştirilir “Ne kadar çirkin, ne kadar kötü” diye… Haklılık payı da var fakat kötü olmasının tarihten gelen, sosyoekonomik durumumuzla ilgili o kadar çok sebebi var ki. Ve masa başına oturup da “Bu işi sen yap” denildiğinde hiçbir şeyin o kadar kolay olmadığını da çok iyi biliyorum. Eleştirirken yapıcı olmak lazım. Bu arada, manzaramız da mükemmel tabii.

“KENT, İNSANIN YAŞADIĞI YER VE İNSAN YAŞAMI ÇOK BOYUTLU”
Şehir Bölge Planlama dediğimizde akla ilk gelen mekansal boyutu oluyor. Fakat biraz detaya indiğimizde öyle olmadığı anlıyoruz. Mekan dışında neleri göz önünde bulundurursunuz planlama yaparken?
Aslında bu planlama tarihinin de bir süreci. Modern anlamda şehir planlama ilk olarak 1900’lerin başında gündeme geliyor. O zamanlar daha fiziksel tasarlanıyor. Resim çizer gibi planlar çiziliyor. İnsanlara bir yaşam alanı hazırlanmaya çalışılıyor. Ama sonra gerçek hayatın çok da böyle olmadığı görülüyor. Plancılar bakıyor ki, yaptıkları şeyleri insanlar dönüştürüyor ve sorunlar çıkmaya başlıyor. Kent, insanın yaşadığı yer ve insan yaşamı çok boyutlu. Ekonomi boyutu, sosyal, kültürel, çevre boyutları var. O yüzden değişen yaklaşımlarla planlama geçmiş deneyimleri kullanarak geleceğe dair bir öngörüde bulunmak haline geliyor. Şehir planlama demek, yalnızca kentin ne yöne, kaç katlı büyüyeceği değil; kentin gelecekte nasıl bir yaşam standardı olacağını, hangi sektörlerde gelişeceğini belirlemektir. Bu gelişme kendi dinamikleriyle mi olacak, başka faktörler mi girecek;  işin ekonomik boyutunu da katıp her şeyi düşünerek bir kestirim yapmak demektir planlama. O yüzden çok disiplinli bir alan. Ekonomi, sosyoloji gibi pek çok disiplinden yardım alıyorsunuz ve bunları mekana indirgeyerek yorumlamanız gerekiyor.

Aslında Şehir ve Bölge Planlama tercih etmeyi düşünen öğrenciler için önemli bir bilgi olabilir bu; sadece çizim değil şehir planlama, sosyal bilimlerden de faydalanıyorsunuz…
Hem sosyal bilimleri hem fen bilimlerini dengeli kullandığımız bir disiplin planlama. Akademide tamamen sosyal tarafına yoğunlaşan akademisyenler de var fakat uygulamacı olacaksanız mutlaka elinize kağıdı kalemi alıp çizmeniz ve hesaplamanız gerekiyor. Teknik ve sosyal boyutlarını dengeli kullanmamız gerekiyor.

Şehir ve Bölge Planlama disiplininin de alt dalları var mı? Sizin çalışma alanınız nedir?
Şehir planlama ve bölge planlama olarak ayırabiliriz. Benim yüksek lisansım da doktoram da sonraki uygulama çalışmalarım da hep bölge planlamaydı. Bölge planlama bir ekip gerektiriyor. Bölge plancısı üst ölçekli kararlara bakar, onları analiz edip oluşturmaya çalışır. Şehir plancılarına dayanak alacağı bir temel çerçeve oluşturur. Biz Marmara Bölgesinin nasıl bir gelişme trendi olduğunu bilirsek Çanakkale’yi ona göre planlama şansımız daha kolay. İstanbul hakkında fikir sahibi olmamız lazım ki biz de ona göre kendimizi hem geliştirebilelim hem koruyabilelim.

Çanakkale’ye Marmara Bölgesi’nin bir parçası olarak baktığımızda nasıl bir öngörüde bulunuyor plancılar; siz bu konuda ne dersiniz?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin altında İstanbul Metropoliten Planlama Merkezi adıyla, İstanbul’un üst ölçekli planını yapmak üzere bir ofis kuruldu. Ben doktoramı tamamladıktan hemen sonra orada çalıştım. 500’e yakın şehir plancısı çalıştı burada Marmara Bölgesi, Trakya, İstanbul’a dair bir plan oluşturmak için. İstanbul artık bir dünya şehri olma yolunda ve 1970’lerden beri sanayisini artık kendi içinden çıkarmak, hizmet sektörünün geliştiği bir kent olmak istiyor. Çerkezköy’de, Bursa’da, İzmit’te sanayinin gelişmesi aslında İstanbul’un sanayisini dışarıya atmaya çalışmasının sonucu.

Çanakkale nerede duruyor bu planlamalarda?
Bu planlamalarda Edirne ve Çanakkale; yani Batı Marmara, İstanbul’a hem mekânsal uzaklığıyla hem de doğal ve arkeolojik değerlerinin çok yoğun olmasıyla ekolojik olarak korunacak mekanlar olarak bırakıldı. Bilecik, Düzce gibi yerlere sanayinin gitmesi konusunda önerilerde bulunuldu bu planlarda. Çanakkale sanayi için önerilen yerlerden değildi. Bu planlar oluşturulurken yerelden de bilgi alındı ve plancılar böyle öneriler getirdi. Çanakkale’nin turizm ve kültür ekseninde gelişmek istediği biliniyordu ve çok da mantıklı bulundu. Tabii bunlar yasallaşmış şeyler değil; öneriler idi. Kaldı ki İstanbul Metropoliten Planlama’nın da bir bölge planı yapma yetkisi yok. Fakat İstanbul’u planlarken bölgeye de bakmak zorundasınız; o yüzden bu öneriler yapılmıştı. Köprü projesi için Kilitbahir ve Çimenlik Kalesi arasının değil Gelibolu-Lapseki hattının uygun olduğu önerilmişti örneğin. Şu an da güzergah o şekilde belirlendi diye biliyorum.

ÇANAKKALE’YE YAPILACAK BOĞAZ KÖPRÜSÜ ULUSLARARASI ÖLÇEKTE DÜŞÜNÜLMELİ
Çanakkale çok tartıştı köprüyü, hala da tartışıyor. Sizin fikriniz nedir bu konuda?
Çanakkale’ye yapılacak boğaz köprüsüne yerel ya da ulusal bir proje olarak bakmamak lazım. Uluslararası ölçekte, Avrupa kıtasından Asya’ya, güneye inen karayolunu tamamlamak üzere düşünülmüş bir proje. İstanbullular rahat gelip gitsin, Çanakkaleliler karşıya geçsin diye düşünülen bir şey değil. Yoksa 100 bin kişi hepimiz her gün geçsek köprüden yine de maliyetini çıkaramayız.

Yine de Çanakkale’de köprüyü istemeyen, doğayı tahrip edeceğini düşünen geniş bir kesim var. Haksızlar mı?
Belki şunu söyleyebiliriz; bu kadar karayolu odaklı düşünmemek gerekir, başka alternatifler bulunabilir. Taşımacılıkta denizleri yeterince kullanmıyoruz örneğin. Onun dışında doğal hayatı ve sit alanlarını dikkate alarak yapılacak bir köprü de konuşulduğu kadar zarar verici olmayacaktır. Ki zaten oraya esas zarar veren şey o noktaya kadar gelen karayolları. Karayolu yapmak doğayı daha çok tahrip eder. Bölgenin gelişmesi açısından bir dinamik getirir elbette, böyle bir gelişmeyi isteyip istememek ayrı bir tartışma konusu.

Çanakkale’de kendi alanınızla ilgili projelerde yer aldınız mı?
Benim esas alanım bölge planlama, İstanbul’da da bunun üzerine çalışıyordum fakat sonra Çanakkale’ye gelince ister istemez daha lokal çalışmaya başladım. Zaten yerele dair bir farkındalık geliştiriyorsunuz. Sonra kendimi çocuk oyun alanları üzerine çalışırken buldum. Geldiğimden kısa bir süre sonra Kent Konseyinden böyle bir teklif geldi. 7-8 kadın bir araya gelmişler ve kentteki çocuk oyun alanlarının çok kötü olduğunu düşünüyorlar, geliştirmek istiyorlar fakat ne yapmaları gerektiğini de bilmiyorlar. Benimle temasa geçtiler. 2009 yılıydı, benim için çok güzel bir başlangıç oldu.

Neler yaptınız Çanakkale’deki çocuk oyun alanlarıyla ilgili?
Kentteki bütün çocuk oyun alanlarını ve dünya standartlarını inceledik. Kent bütününde parkların geliştirilmesi için bir eylem planı hazırladık. Öncelikle kaldırılması gereken parkları tespit ettik, çok eski ve kötü durumda olanlar vardı. Demirden yapılmış, küf, pas içinde. Dünya standardına göre güvenlik açısından kullanılmıyor bunlar, ahşap olması lazım. Sonra Belediye Meclisine sunduk çalışmamızı. Bazı meclis üyelerinden “Biz bu kadar parkımız olduğunu bile bilmiyorduk” diye tepki verenler bile oldu. Akabinde park ve bahçelerin bütçesi artırıldı. 70 tane park var ve 2014 sonuna kadar hepsi düzelmiş olacak umarım. Eylem planı 2014’te bitecek.

70 çocuk parkı Çanakkale için nasıl bir rakam dünya standardı düşünüldüğünde?
Parklar çok bilinçli yapılmamış. Küçük küçük parklar var; yolun kenarında parsel artmış; oraya bir salıncak konmuş. Bakımlarını yapabilmek açısından düşündüğünüzde bu kadar küçük ve dağınık olmaları aslında maliyeti de artıran bir şey. Küçük olanlar kaldırılmalı fakat her mahallede de yürüme mesafesinde parklar olmalı. Bu hesaplamaları da yaptık. Her mahallede bir tane çok büyük park olmasını önermiştik; bunu sanırım sadece Esenler’de yaptılar. Yurtdışında bunların çok güzel örnekleri var, ama bir adım olmuş oldu bu. Farkındalık da yaratılmış oldu.

Çocuk parkları dışında Kent Konseyiyle çalışmalarınız devam etti mi?
Fevzipaşa Mahallesiyle ilgili çalışmalarımız oldu, 2010-2012 yılları arasında bir proje yürüttük. Fevzipaşa için önceden bir adım atıp mahallenin sosyal açıdan güçlendirilmesi için bir şeyler yapabilir miyiz diye başlattığımız, tavsiye niteliğinde bir çalışmaya başladık.

Kentsel dönüşüm projeleri hep birlikte anıldığı bölgenin sakinlerini tedirgin eden bir konu. Fevzipaşa’da da bir tedirginlik yaşamalı mıyız?
Kentsel dönüşüm projeleri, Türkiye’de hep kötü örneklerle gündemde olan bir konu. Aslında planlamanın yapması gereken şeylerden bir tanesi ve meşruluk anlamında bir sıkıntısı yok. Fakat planı kentte yaşayan bütün kesimler için yaptığımızı da unutmamamız gerek. Biz orada yaşayan, oranın asıl sakinlerine “Burası kentin içinde kalmış, siz buraya yakışmıyorsunuz, burası çok değerli bir alan, siz bizim gözümüzün görmediği bir yere gidin; biz burayı çok şık bir mahalle haline getireceğiz ve burada artık daha zenginler oturacak” diyemeyiz. Bu şeklinde ifade edilmese de kentsel dönüşüm projelerinin sonucu hep bu oluyor. İki tane ön kabulümüz vardı; birincisi mahalle sakinlerinin yerlerinden edilmemesi, ikincisi de mahallenin daha sürdürülebilir bir yaşam alanı olması için neler yapılabilir. Bunun içerisinde daha nitelikli konutlara sahip olmaları da var. İşsizlik, eğitim gibi sosyal açıdan güçlendirilmelerine yönelik öneriler de var. Bunun için neler yapılabilir, onlar neler düşünüyorlar, ne istiyorlar, kapasite nasıl geliştirilebilir gibi mevcut durumu saptayıcı bir çalışmaydı. Asıl önemli olan bundan sonra neler yapılacağı.

Bundan sonrası için planlanmış bir şey var mı?
Biz kendi adımıza şöyle düşündük: Mahalleyi sosyal açıdan güçlendirmek önemli ve bu süreci tamamen mahalle sakinleriyle birlikte yürütelim. Mahallelilerden bir çalışma grubu kuruldu “Fevzipaşa Birlik Beraberlik Grubu” ismini verdiler kendilerine. Kent Konseyinde proje grubunda 3 tane şehir plancısı akademisyen idik, diğer herkes mahalledendi. Bu tespit çalışmalarını da çok kolaylaştıran bir şey oldu, mahallede çok rahat çalıştık. Sonrasında Kent Konseyi o grubu mahalle meclisine dönüştürme çalışması yaptı. Mahalledeki sorunların tespit ve çözümüne yönelik bir örgütlenme çalışmasıydı; o çalışma devam ediyor.

Bu çalışmalarınız direk Çanakkale ile ilgili. Üniversite-kent ilişkisi, işbirliği de zaman zaman tartışmalı şekillerde de gündeme gelen bir konu. Bazen kent bazen de üniversite eleştiri konusu olabiliyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz ÇOMÜ ve Çanakkale ilişkisini, sizce olması gerektiği gibi mi daha geliştirilmeli mi?
Bu başlı başına bir tartışma konusu. İki tarafında hem haklı hem haksız olduğu yerler var. Kentliler akademisyenlerin kendilerine çok destek olmadığını düşündüğü oluyor zaman zaman. Ben şehir plancısı olduğum için, bizim laboratuvarımız kent ve en yakın kent hangisiyse tabi ki önce ona odaklanıyoruz. Kendimden örnek verecek olursam, Çanakkale’ye geldim ve kimseyi tanımıyordum. Kimse de benim kapımı çalıp “Siz mi geldiniz” demedi; öyle bir şey beklemiyordum da zaten. Talebi kendim yarattım; insanlarla, belediyeyle tanıştım. Ve kimse bana kapılarını kapatmadı, ortak projeler yaptık. Ama bu benim mesleğim. Bir matematikçiden bunu bekleyemezsiniz elbette. Ben bunları kendi tercihlerimle yapıyorum, bir zorunluluğum yok. Fakat bir yandan kentte de şöyle bir beklenti var; kentle ilgili yaptığınız şeyler bir süre sonra sizin asli görevinizmiş gibi algılanıyor.

“Akademisyenler olarak bizim üniversite içerisinde çok yoğun bir tempomuz var, burada da bir hayat var. Farklı farklı çalışma alanlarımız var. Kentin de bunu bilmesi gerekiyor. Yine kendimden örnek vereyim; evet, Çanakkale’yle ilgili projeler yapıyorum, keyif de alıyorum fakat şehir plancısıyım diye sadece Çanakkale ile çalışmakla da yükümlü değilim. Biz akademisyenler, farklı şehirlere de ilgimizi yöneltebiliriz. Akademisyen olarak bunu yapmamız da gerekiyor”

Size en çok yakınılan sorun nedir Çanakkale ile ilgili?
Trafik, otopark, çirkin yapılaşma, yeşil alan sıkıntıları en çok yakınılan şeyler. Ama İstanbul’dan sonra buraya geldiğinizde onları sıkıntı olarak göremiyorsunuz. “Ne var ki, avuç içi kadar şehir, istenirse her şey çözülür” diyor insan. İstanbul’da bir tek İkitelli’yle uğraşın, sadece 200 bin sanayi çalışanı var. Onlarla kıyasladığınızda çok küçük ve o yüzden şanslı bir şehirde yaşıyoruz. Kesinlikle kötü değil Çanakkale ama bu kadar küçük bir kent daha iyi olabilir.

“ŞEHİRLERARASI TRAFİK ÇANAKKALE’YE GİRMEMELİ”
Nasıl daha iyi hale getirebiliriz Çanakkale’yi?
Şehirlerarası trafiğin kentin içine girmesinin engellenmesi gerekiyor örneğin. Bu noktada Çanakkalelilerin muhafazakârlıkları çok ön planda. Şuna alışmışlar: Vapur geliyor, arabalar çıkıyor ve bir ekonomi yaratıyor. Bence öyle değil; getirisinden çok götürüsü var ve üstelik sizinle hiç ilgisi olmayan bir trafiği kentin ortasına yığıyorsunuz. Eğer oradaki ekonomiden faydalanılmak isteniyorsa başka bir şey düşünülmesi lazım.

Sadece şehirlerarası trafiği dışarı atmak yeterli mi hocam?
Elbette değil. Kentin içinde her yere arabayla girmek gibi bir lüksümüz yok. Hele hele tarihi dokunun olduğu yerde. Bunlar önce çok reaksiyon gösterilen ama daha sonra alışılan şeyler. İstiklal Caddesi’nin de yayaya açılması çok büyük tartışmalara yol açmıştı. Oradaki esnaf da çok direnç gösterdi, “Bize müşteri gelmeyecek” diye. Ama şu an İstiklal Caddesi’nden arabaların geçtiğini düşünemiyoruz bile.

Çanakkale bisiklet şehri olamaz mı?
“Hadi bisiklet kullanalım” demek ya da yalnızca bisiklet yolu yapmak bisiklet alışkanlığını geliştirmek için yeterli değil. Bu kadar yoğun trafiğin olduğu bir yerde bisiklete binmek sağlık açısından çok iyi de değil. Her yıl, üniversitenin başladığı ilk aylarda birkaç öğrenci görüyorum bisikletle gelen; sonra vazgeçiyorlar. Kampüs de düz bir alanda olsaydı öğrencileri buna teşvik etmek kolay olurdu ve kent buna alışabilirdi ama burada mümkün değil. Belki raylı sistem geliştirilebilir. Fakat o kadar emlak ekseninde gelişen bir büyüme stratejisi kuruyoruz ki… Birazcık çevre kalitesini de gözetme alışkanlığı edinsek aslında çok daha değerli şeyler çıkaracağız.

Sarıçay’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok önemli bir fırsat Sarıçay Çanakkale için. Sürdürülebilir yerleşmeler dediğimizde kent ekolojisi çok önemli. Sarıçay, kentin ortasından geçen ciddi bir ekolojik sistem. Şu an kendi haline bırakılmış gibi duruyor ve bence kötü bir şey yapmaktansa hiçbir şey yapmamak daha iyi. Bizde garip bir algı var, modernleştirmek için mutlaka oraya bir şey yapmamız gerektiğini düşünüyoruz. Kentin içinde böyle bir doğa parçasını müdahale etmeden bırakmıyoruz. Çoğu Avrupa kentinde kent içinde çok büyük yeşil alanlar vardır ve müdahale edilmeyen yerler de vardır. Kentte gezerken toprak yolda yürürsünüz, ayağınız çamurlanır ya da giremediğiniz sıklıkta bitki örtüleri vardır. Bizde bu gelişmemişlik gibi algılanıyor ve gittikçe doğadan uzaklaştırıyor bizi. Niye bu kadar çok sel ve taşkın olayı yaşıyoruz; her tarafı betonlaştırdığımız ve toprakla su buluşamadığı için. Kentin de bir şekilde nefes alması lazım. Sarıçay gezme, oturma, spor yapma gibi olanakları bize sunacak şekilde de tasarlanabilir ya da doğal da kalabilir. Ve Sarıçay’ı tek başına düşünüp tasarlamak yeterli olmayabilir. Çevresine de bakmamız lazım. Fevzipaşa mahallesi, İsmetpaşa mahallesi kentsel yenilemeye de ihtiyaç duyulan alanlar ve Sarıçay konut alanlarıyla iç içe. Bu konut alanlarına da hizmet verebilecek şekilde tasarlanması uygun olur. Kentin içine doğru yayılan bir yeşil sistem yaratılabilir. Orada yaşayan insanların ihtiyaçları en önemlisi. Bazen plancılar tasarlıyor, yapıyor ama insanlar kullanmıyor.

Son olarak, sizin planlamacı gözüyle hayran kaldığınız bir yer var mı?
Prag ve St. Petersburg masal kentler. Berlin’i çok seviyorum. Avrupa’daki birçok kent, Barcelona belki. Barcelona turistik bir kent ama Berlin kendi içinde bir ekonomisi olan ve yaşam kalitesi çok yüksek olan aynı zamanda çok hareketli de bir şehir.

Çok teşekkürler vakit ayırdığınız için…
Ben teşekkür ederim.

[Kaynak: comu.edu.tr]

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir