İçimizden Biri “Akın Aksu”

İçimizden Biri “Akın Aksu”
09 Ocak 2021

Ahlat Ağacı filmini izledikten sonra onun ismini daha fazla duymaya başladık. Filmin senaristlerinden olmasının yanında oyunculuğuyla da bizleri gururlandıran Akın Aksu, aslında çok uzaklardan değil, içimizden biri…

Çanakkale doğumlu 34 yaşındaki Akın Aksu, yazı ve sinema alanında çalışmalarına devam ediyor. Şimdilerde yine Altın Palmiye ödüllü yönetmen Nuri Bilge Ceylan ile birlikte “Kuru Otlar Üstüne” filminin hazırlıklarında yer alıyor. 2022’de vizyona girmesi beklenen filmi heyecanla bekliyoruz. Ayrıca kendisi 2019 yılında “Bir Tasra Köpegi” adında bir kitap çıkardı. Birlikte bir zamanlar gazetecilik yaptığım, benim tabirimle biraz asi, biraz gizemli Akın Aksu ile oradan buraya savrulan küçük bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar…

1- İlk bilindik bir soruyla başlayalım. Akın Aksu kimdir, nerede doğmuştur? Şimdi nerededir, neler yapmaktadır?
Çocukluğum ve gençliğimin büyük kısmı Çanakkale’de geçti. Çanakkale doğumluyum. Şu an İstanbul’da yaşıyorum.
2-Sizinle 2011 yılında gazetecilik mesleği sayesinde tanıştık? O mesleği özlediğin zamanlar oluyor mu?
Evet, köşe yazarı olarak başladım, soluğu muhabirlikte aldım, genelde böyle olur yerel gazetelerde, her işi sırtlarsınız. Gazeteciliğin bana göre bir meslek olduğunu söyleyemem ama bana çok şey kattığını kabul ederim. O bir dönemdi geçti, bu yüzden gazeteciliği özledim diyemem.
3- Ayrıca çeşitli sanat dallarıyla ilgilisin. Bu anlamda kendini çok yönlü olarak tanımlayabilir misin?
Güzel sanatlar mezunuyum. Haliyle birçok alanla ilgili olarak büyüdüm. Resim, fotoğraf, edebiyat ve sinema hayatımın sürekli içindeydi.Farklı dallarda düşünce ve iş üretimi bölünme yaratıyor, haliyle zaman yönetimi gerektirir.
4-Gelelim Ahlat Ağacı filmine… Herkes bu filmin senin açından bir dönüm noktası olduğunu söylüyor. Sence gerçekten öyle mi? Nuri Bilge Ceylan ile bu projeyi nasıl oluşturdunuz?
Bana kalırsa Nuri Bilge Ceylan ile beni buluşturan faktör Dostoyevski konusu olmuştur ki Çanakkale’de ilk buluştuğumuzda birkaç karakter üzerine uzun uzun konuştuğumuzu hatırlıyorum. Özellikle de Stavrogin ve Kirilov üzerine. Bu konuşmadan sonra konu Ahlat Ağacı adlı yazıma geldi. Buradan bir fikir üretebilir misin, bu kanalda bir şeyler yazabilir misin diye sordu? Böyle başladı ve gelişti. Edebiyatta, belirli alanlarda ortak zevkler iletişimi kolaylaştırıyor.O ilk buluşmamızda uzak düşseydik,ortak yanlarımızı fark edemeseydik, sonrasında bir araya gelmek mümkün olmayabilirdi diye düşünüyorum.
5-Hikayenin seninle ilgili olduğunu söyleyenler var? Bu doğru mu?
Senaryo için bize temel oluşturan hikaye yirmi bir, yirmi iki yaşlarımda yaşadığım bir kitap bastırma serüveniyle ilgili. Fakat senaryo sürecinden sonra tabii ki artık benim hikayem diyemem. Önemli olan senaryo sürecidir, bir film için üzerine çalışılmış, oluşturulmuş bir senaryodur filme yansıyan. Çünkü sona gelindiğinde her şey değişmiş, gerçek dönüşmüş, başkalaşmıştır. Tabi kritik yapmaya gerek duymuyorum, kısaca benim hikayem olduğunu dile getiriyorum. Tamamen bu şekilde bilmelerinde bir sakınca da görmüyorum.
6- Filmdeki karakterin seni ne kadar yansıttığını düşünüyorsun? Yani o sen misin?
Orada beni görmüyorsan, oradaki benim şeklinde bir ifade kullanmam mümkün değil. Senaryodaki karakteri oyuncu yansıtıyor, bu yüzden karakter ile oyuncu arasında ilişki kurulabilir.
7- Peki filmden sonra karakteri sana benzetenler olmadı mı?
Pek rastlamadım benzetene. En yakın arkadaşlarım filmdeki karakterin bana herhangi bir yönüyle benzemediğini söylediler mesela. Senaryo sürecinde Sinan karakterini bana benzetmek gibi bir amacımız olmadı. O bir Nuri Bilge Ceylan karakteri.
8- Ben de seni filmdeki gibi tartışmacı biri olarak tanımıyorum, öyle bir resmin yok bende.
Dediğim gibi gerçeği aramak manasız. Söylediğine de katılıyorum, değil tartışmayı, çoğu zaman konuşmayı bile tercih etmiyorum. Fakat şöyle bir şey var, özellikle okuyan, bilgi ve hakikat açlığı çeken, mutlaklaştırma eğiliminde olan, yani fikir taşıyan insan adına konuşursak, bu özelliğe sahip insanların erken yaşlarında tartışmacı oldukları, polemiğe eğilimli oldukları da yadsınamaz bir gerçektir.
9- Bir yorum görmüştüm dikkatimi çekmişti. Şöyle diyordu bir izleyen; “Gerçek hayatta yapamadıklarını, film ile anlatarak hayallerini bir anlamda artık gerçekleştirmiş oldu.” Buna katılıyor musun?
Hayallerine ve isteklerine çalışarak, yani bir şeyler yapıp ederek ulaşırsın. Tekrar edeyim, Güzel sanatlar mezunuyum. Bu yüzden belli disiplinlere karşı ilgim sürekli uyanıktı. Evet, senarist olabileceğimi hiç hayal etmedim ama kendi çabalarımla İstanbul’daki iki yayınevine iki kitabımı bastırmıştım, yani gerçek hayatta yirmi beş yaşına gelmeden bunları gerçekleştirmiştim. Bunları yapmamış olsaydım Nuri Bilge Ceylan ile yollarımız büyük ihtimalle kesişmeyecekti.Bahsettiğin yorum gelişi güzel düşünceler, amiyane ifadeler içeriyor. Hayal ifadesiyle kastedilen nedir mesela? Benim yirmi beş yaşına gelmeden Nietzsche, Marks ve Dostoyevski külliyatlarını bitirmek gibi bir hayalim vardı. Bunu takıntılı bir biçimde her şeyin önüne geçirmiştim. Nedir hayal, bir sonuca ulaşmak mı? Sonra Nuri Bilge Ceylan’ın en uzun filmlerinin birinde senarist olarak çalıştım. Her açıdan zorlu bir süreç olduğunu söyleyebilirim.


10-Nuri Bilge Ceylan ve ekibi ile çalışmak nasıl bir duyguydu? Ardından filmin ilk gösterimi 71. Cannes Film Festivali’nde gerçekleştirildi. Dakikalarca ayakta alkışlandınız. Bu nasıl bir duyguydu?
Ben Ebru Ceylan ve Nuri Bilge Ceylan ile çalışıyorum. Diğer kısımlar benim alanıma girmiyor. Birlikte çalışmak benim açımdan mutluluk vericiydi. Çünkü bir tür sahicilik tutkusuyla yaşayan biriyim,sinir uçlarım hassastır. Bu durumun hayatın pratiğinde yıpratıcı bir tarafı oluyor, hiçbir karşılığı yok gerçeklik alanında bunun. Haliyle yorumlama fırsatına erişmek mutluluk verici. Diğer soruya gelince, tahmin edebileceğiniz gibi Cannes’te yönetmene büyük bir ilgi var, Nuri Bilge Ceylan’a büyük bir saygı var haliyle. Alkışlanmak bir sonuç tabii, orada Nuri Bilge Ceylan’a bağlı olarak büyük ilgi gördük.
11- Daha önce oyunculuk deneyimin olmuş muydu? Filmdeki imam rolünün sana verilmesi nasıl gelişti?
Şimdi hatırlayamadığım bir şekilde gelişen bir durum yaşandı. Bana birkaç hafta öncesinden söylendi. Aslında buna oyunculuk gözüyle bakmıyorum, kendi işimizde yer almak şeklinde görüyorum.
12- Nuri Bilge Ceylan’ın diyaloğa yöneldiği bir dönemde onunla çalışmaya başladın, önceki filmlerine nazaran senaryonun ön plana çıktığı bir döneme?
Öyle söylenebilir. Her işin ivmesi o yönde olur, her şey karmaşıklığa doğru ilerler.
13- Peki Çanakkale’yi özlediğin oluyor mu?
Çanakkale’yi çok seviyorum ama bana iyi gelmeyen bir tarafı da var. Dengesiz taraflarım açığa çıkmaya başlıyor bu kentte. Bir yandan hoşuma gidiyor bu durum, bir bütünlük hissi oluşuyor, bir yandan da bahsettiğim taşkınlık halleri. Evet, Çanakkale’nin duygusu güçlüdür bende.
14-Nuri Bilge Ceylan dışında başka yönetmenlerle çalışmak gibi bir düşüncen var mı?
Düşünsem de bu kolay gerçekleşecek bir durum değil.Bir çalışma sürecinde benim takıntılarımdan taviz vermem pek mümkün olmayacaktır.Her şeye evet diyebilen biri değilim.Biraz iddialı gelebilir bu ifadeler ama gerçekleri söylemek isterim. Önceliğim elbette Nuri Bilge Ceylan ve Ebru Ceylan ile çalışmayı sürdürmek yönünde. Sonra Türkiye’de bir iki kişi dışında kendimi yakın gördüğüm yönetmen bulunmuyor.Bu konularda ileriye dönük konuşmak da pek anlamlı olmaz.
15- Dünya sinemasından kimleri beğenirsin?
Çoğunluk için belli başlı değişmeyen yönetmenler vardır, köken olarak Ozu, Cassavetes, Dreyer, Bresson, Antonioni, Fellini, sonra Sadyajit Ray, Edward Yang, bu kulvardan hiçbir zaman uzaklaşmadım. MeselaBela Tarr bir yönetmenden fazlasıdır benim açımdan, sonra Pialat, ClaudeSautet, BrunoDumont, şu an aklıma gelenler.
16-Öğrenciliğin Çanakkale’de geçti? Nasıl bir dönemdi?
Lise ve üniversite çağım oldukça fırtınalıydı. Girmediğim delik kalmadı, muhafazakar bir çevrede büyüdüm, çocuk denebilecek büyük işler sırtlama hevesleriyle gençlik kollarında görevler aldım. Dindar, milliyetçi çevrelerden kopar kopmaz Marksizm’e dadandım, beş altı yıl bu yönde okumalar yaptım. Şimdi o kadar okuyamıyorum, o zamanlar çok okurdum. Gramsci’den Adorno’ya, Benjamin’e, Althusser’e,Hobsbawm’a kadar didiklemediğim kalmadı. Sonra Foucault, Giddens, Arendt. Türkiye’den İdris Küçükömer, Doğan Avcıoğlu, Hikmet Kıvılcımlı, Erol Güngör, Ziya Gökalp’e kadar hepsiyle hemhal oldum. Öyle bir noktaya geldim ki, Nietsche’nin diliyle söylersek, kesinlik ihtiyacından dolayı delirme sınırına yaklaştığımı düşünmeye başlamıştım. Artık kendimi bir fikirle, büyük bir anlatı ile tanımlama ihtiyacı duymuyorum. Fikirleri taşımaya çalışmaktan yoruldum.
17- İlk kitabını Çanakkale’de öğrenciyken yazmıştın. Seni harekete geçiren ne olmuştu? O ilk kıvılcım?
Kendi içime gömüldüğüm izole bir dönemde derinden sarsan bir buhran, umutsuzluk.Herkes bir dönem Jean Paul Sartre ile Beauvoir’e yakalanmıştır. Öğrenciliğim biterken ikisinin modasından etkilendiğimi söyleyebilirim.Ne alaka diyebilirsin Çanakkale’de Fransız egzistansiyalizmi, ama böyle, o yaşlarda insan basit etkilenmelerle tutunuyor bir şeylere. Sartre’da sonradan uzaklaşsam da Beauvoir’e hala hayranım.İkisini de döner döner okurum. Böyle bir dönemimde yazmaya koyuldum. Kendimi, insanı soyutlama, derisinden kurtarma isteği midir tam anımsayamıyorum şimdi. Kendinden başka hiçbir ağırlığı taşımayan bir karakter olabilir miydi? Yapan eden, kendi düşüne sahip, öznenin çekirdeği, geleneğin, tarihsel köklerin, mevcut ilişki ağlarının içerisinde, böyle bir şey mümkün müydü? Hangi yükleri atarak, hangi noktaya ulaşılabilirdi?
18- Seninle en son oturduğumuzda Orhan Talat Şalcıoğlu’ndan konuşmuştuk hatırlıyorsan?
Hatırladım evet. Onun adına bir belgesel, ya da herhangi bir şey yapılabilir mi diye konuşmuştuk. Çevremdeki ilgili kişilere sürekli bahsediyorum Orhan Talat’tan. Şiirini tahlil etmek bana düşmez ama nedense onun adına bir girişimde bulunmam gerekiyormuş gibi bir hissi sürekli taşıdım. Nuri Bilge Ceylan ile tanışmadan önce Orhan ile ilgili araştırmalar yapıyordum fakat ne yapacağım konusunda kararsızdım. Zor bir yaşam tabii Orhan’ınki ve farklı bir noktadan ele alınmalı bana kalırsa. Yani fanzinlere malzeme olacak bir konu değil bence bu. Tahminimce bu durumdan ailesi de rahatsızlık duymakta. Onları da çok iyi anlıyorum. Uzaktan konformist bir bakış var, buralardaki gündelikliği şarap gırnataya dadananlar şeklinde üstten yamuk bir gülümseyişle algılayarak tipikleştiren uzak bir bakış. Oysa hafiflemesi gereken ne taraftır düşünmek gerekir. Orhan’a gelince, ciddiyetle ele alınırsa neden olmasın, belki ailesi rıza gösterir ve şiir kitabı yeniden basılır. Tabii Ece Ayhan etkisi belirgin onda, ya da bana öyle geldi bilemiyorum.
19-Ece Ayhan’a gelelim o zaman? Ece Ayhan desem ne dersin?
Kendisinin de dile getirdiği gibi bir etikçi o. Nedir bir meselenin doğrusu yanlışı otuz yıl sorarım kendime der, işte böyle yaşanır, kolay değil. Bazı insanlar için gözünü kapamak mümkün değildir. Her yönüyle özgündür, şiiri ile tavrı birbirini doğurur. Yani gül kurutur, gözü karadır, aykırıdır, doğurgandır. Haklılığın inadı diye ifade eder belli başlı çıkışlarını kiçok haklıdır. Köşe tutmuşlar, öne çıkanlar, sunulanlar kolay geçmez boğazından, allanıp pullananların hakiki rengini gösteriverir. Yanlış temel üzerine oturmuş olan onunkarşısında dayanamaz. Bazen ölçüsü şaşmaz mı, şaşar, özellikle de kriterini oluşturan sivillik-devletçilik terazisi içinde kimin ağır basacağı, kimin hafifleyeceği belli olmaz. Fakat değer yargılarını, bu topraklarda var olagelmiş anlayışların otoritelerle ilişkisini düşündüğümüzde onahak vermemek elde midir? Mülkiyet konusunda, statüler konusunda hınçlıdırama bunu iyi irdelediğimizde altında yaşamsal bir köz görürüz. Hayatın dışında olarak yorumlar üst kesimi. Konuyu dağıtmayalım, Ece Ayhan ve Nilgün Marmara sürekli ilgilendiğim iki şair oldu.Onun Çanakkale’deki son dönemine rastladım, Han Kahvesi’nde otururdu. Orada oturan Ece Ayhan derlerdi. Yirmi sene mi oldu ne?Yıllar önce dönemin Çanakkale belediye başkanıyla birlikte Ton tv’ye çıkmış, programın kaydı var, sık sık izler gülerim.Oraya çıkışının arka planını hayal edebildiğim için belki de. Ece Ayhan ile ilgili az konuşmak olmaz, ne dersin diye sormuştun başta, benzersizdir derim.
20- Çalışmalarındaki temel motivasyonu ne şekilde açıklarsın?
Bundan bahsetmek kolay değil. Etki alarak yaşamakla ilgili karakteristik bir durumdur.İnsan dolaylı bir yöntem arıyor, bir ifade biçimi, anlatım yolu. Temel sorulardan bahsediyorum, temel duygulardan. İçimizde büyük sorular taşırız, çelişkiler, boşluklar. İzahı güçolan bu boşlukların kaygısıyla karşı koyar, biçim ihtiyacı duyarız. Kimi zaman bir hiçlik duygusudur, zehirleyici bir umutsuzluk, usandıranın ötesine geçme isteği, kimi zaman bir kutsama aracı, küçük bir sevincin rengi. Kısaca, etki alarak yaşanır.
21-Bu soruya cevap vermek zorunda değilsin, yeni bir proje var mı?
Tabii.

 

Filtreler:
Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir