Kadınlar İçin Bir Yıl Biterken…

Dünya Ekonomik Forumu’nun yayınladığı ‘Küresel Cinsiyet Eşitsizliği’ raporunda Türkiye, kadın erkek eşitliği konusunda 134 ülke içinde 126. sırada yer alıyor. Türkiye 2011 yılında kadının isminin bakanlıktan çıkarılması başta olmak üzere; erkek şiddeti nedeniyle koruma talep eden kadınların %73’nün öldürüldüğü, 70 kadının da ataerkil baskılar nedeniyle intihar ettiği bir ülke oldu. Türkiye’de kadın cinayetleri yüzde 1400 oranında arttı. Basına yansıdığı kadarıyla 2011 yılında 250’nin üzerinde kadın erkekler tarafından çeşitli bahanelerle öldürüldü, 100’ün üzerinde kadın tecavüze uğradı, binlerce kadın evde, sokakta, iş yerinde tacize maruz kaldı, her üç kadından biri şiddet gördü.

Yargı ve adalet sistemindeki çelişkiler kadınları mağdur etmeye devam etti. Adalet Bakanlığı’nın İstanbul Adli Tıp Kurumu raporunu baz alarak “yeterli şüphe olduğu” gerekçesi ile kamu davası açılması yönünde yazılı emir vermesi gerekirken bunu vermemesi tepkilere neden oldu. Kadınlar, Yargıtay’ın Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmadığı gerekçesiyle bozduğu tüm dosyalarda üniversite hastanelerinin verdiği, mağdurların ruh sağlığının bozulduğunu gösterir raporlar bulunduğunu vurguladı.

2003 yılında aralarında sivil ve askeri kamu görevlilerinin de olduğu 26 kişinin tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki N.Ç. davası Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sürdü. 13 yaşındaki N.Ç.’nin kendisine tecavüz eden 26 kişiyle “rızası” ile ilişkiye girdiğine dair yerel mahkemenin verdiği kararın ardından, Yargıtay 14. Ceza Dairesi kararı onadı. Daire Başkanı Fevzi Elmas, “Kararımız doğru” dedi. Ve sanıklar en alt sınırdan cezalandırıldı. Kadınların ve kamuoyunun tepkilerine rağmen karar geri alınmadı.

Münevver Karabulut Davası’nda Cem Garipoğlu çocuk sayılarak ağırlaştırılmış müebbet cezası yerine 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Katili çocuk sayan yargının, 26 kişi tarafından tecavüze uğrayan N.Ç.’yi çocuk saymadığını ve “kendi isteğiyle yapmıştır” kararının nasıl bir çelişki olduğu kadın örgütleri tarafından vurgulandı.

2007 yılı Haziran ayında Muğla’nın Fethiye ilçesi Gebeler Kaplıcası’nda bir kadının sayısı tespit edilemeyen kişilerin tecavüzüne ve işkencesine maruz kaldığı Fethiye Davası kadınların 4 yıl süren hukuksal mücadelesi sonucunda nihayet açıldı. 26 Ocak 2011 tarihinde davanın ilk duruşmasına tecavüzcüler “tanık” olarak çağrıldı. Ancak 16 Mart 2011 tarihindeki duruşmada tecavüzcüler sanık sandalyesine oturdu.

Kamuoyunda Sincan toplu tecavüz davası olarak bilinen davada tutuklu yargılanan iki sanık tahliye edildi. Tahliye gerekçesi olarak İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan raporun geç gelecek olması gösterildi.

Cinsel saldırı ve gasp olaylarının faili olarak hakkında 12 ayrı dava açılan Şahin Ö., Ankara’da yargılandığı davalarda toplam 82 yıl hapisle cezalandırılırken, bir başka davada aldığı 20 yıllık hapis cezası kararı Yargıtay tarafından bozuldu.Yargıtay bozma kararına, İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmamasını gerekçe gösterdi.

17 Mayıs’ta Ayşe Paşalı davası sonuçlandı. Kadınların mücadelesi sonucu medyada geniş yer verilen bu davada sanık 25 yıl ceza aldı. Alt sınırdan verilen bu ceza bir tarafa, olayda ihmali bulunanlara hiçbir işlem yapılmaması dikkat çekti.

Siirt’te 7 ilköğretim okulu öğrencisi kız çocuğuna, aralarında esnaf ve memurların da bulunduğu çok sayıda kişinin tecavüz etmesi ile ilgili açılan ve kamuoyunda “Utanç davası” olarak isimlendirilen davanın duruşmaları Siirt Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. 19 ay boyunca firari olan dosyanın bir numaralı sanığı Gazi İlköğretim Okulu Müdür Yardımcısı tutuklanırken, 35 sanığın yargılandığı bu duruşmada karar bu yılda çıkmadı.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın şiddete uğrayan kadınlar, çocuklar ve özürlüleri için kurduğu “Alo 183” hattına sadece eylül ayında 1005 kişi başvurdu. İstanbul’da 518, Ankara’da 46, İzmir’de ise 228 kadın “Sığınma evinde kalmak istiyorum” talebinde bulundu. Sığınma evlerinde kalmak için geçen yıl 5 bin 66 kişi başvurmuştu. Günde ortalama 35 kadın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na sığınma talebinde bulunuyor.

Biz ev içi dahil her türlü şiddeti yaşayan kadınları yıllardır destekleyen kadın örgütleri olarak Çanakkale’de ve her yerde kadın cinayetlerine, tacize, tecavüze, kadına yönelik her türden şiddete karşı mücadeleyi birileri bizleri kışkırttığı için değil; insan olmanın bir gereği olarak yukarıdaki tablonun farkında olduğumuz için, kadınların haklarından, eşitliğinden, özgürlüğünden yana tavır aldığımız için yürütüyoruz. Bu bağlamda da KESK Kadın Sekreterliği, Ankara Kadın Dayanışma Vakfı, Nilüfer Kadın Dayanışma Merkezi, Mersin Bağımsız Kadın Derneği, Buca Evka-1 Kadın Kültür ve Dayanışma Evi Derneği (BEKEV), Adana Kadına Şiddete Karşı Dayanışma Meclisi (AKDAM), Yaşamevi Kadın Dayanışma Derneği, İzmir Kadın Dayanışma Derneği gibi Türkiye genelinde birçok kadın örgütü ve Çanakkale’deki ÇABA, EL-DER, Çanakkale Kadınlar Birliği gibi birçok kadın oluşumu Çanakkale’de bir kamu kurumda görev yaparken müdürü tarafından mobbing’e, cinsel tacize maruz kalan, aynı zamanda kurumda çalışan bir erkek işçi tarafından fiziksel şiddete uğrayan kadın arkadaşın yanında olduğunu ve olmaya devam edeceğini açıkladı.

Biz kadınlar her kadının bir şekilde maruz kaldığı, kadına yönelik şiddetin bir türü ve erkek egemen sistemin kadın bedeni üzerindeki baskı ve denetim araçlarından biri olan cinsel tacize karşı mücadele etmeye devam edeceğiz! Biliyoruz ki cinsel taciz kadının varlıksal yetisini tahrip eden, bedensel ağrılardan, depresyona, kendine güvensizlikten korku içinde yaşamaya kadar kadınların hayatını kabusa çeviren ve yaşandıktan çok sonra dahi olumsuz etkilerini sürdüren bir suçtur. Bu suçun tahrik indirimleriyle cezasının azaltılması ya da cezasız bırakılması tacizcileri cesaretlendiriyor ve taciz suçunu normalleştiriyor.

Kadınların herhangi bir cinsel suça ya da cinsiyet nedenli ayrımcılığa maruz kaldıklarında, bunlara karşı tepki vermeleri zor bir durum. Yaşadıklarını kamuoyu ya da kendi sosyal çevresi önünde anlatabilmeleri daha da güç. Cinsel şiddeti / tacizi yaşayan kadın yaşananları ispat etmek zorunda bırakılarak, maruz kaldığı şiddeti çoğu zaman dillendiremiyor. Kadının yaşadıklarıyla birlikte, başına gelenleri anlatabilme sürecinde yaşadığı sarsıntı katlanarak artıyor. Bu nedenle, bir kadın cinsellik ve cinsiyet temelli saldırıya, aşağılamaya ya da ayrımcılığa maruz kaldığında bunun için bir beyanda bulunuyorsa, bu beyanın esas alınması gerektiğine inanıyoruz. Kullanılan “esas alınması” kavramı “doğru kabul edilmesi” değil; aksini ispat edilmesi gerekliliği. Bu ilke, yargısız infaz yapmak anlamına gelmiyor; aksi ispat edilene kadar o kadının yanında olmak anlamına geliyor. Çünkü kadınlar dava sürecinde de tehdit altında yaşamaya devam ediyor. Taciz bu sefer tacize karşı dava açan kadının “ahlaksız olduğu, başka amaçlar güttüğü” gibi söylentilerle kamuoyunu etkileyerek kadının kişilik haklarına saldırıyla, yolda yürürken peşine birilerini takıp takip ettirerek korku ve endişe yaratmakla, davadan vazgeçmesi için tehditlerle devam edebiliyor. Tüm bunlara karşı geç kalmadan kadınları koruyucu önlemler alınması gerekiyor. Şu açık ki erkek egemen bakış açısıyla oluşturulmuş yasalar kadınları korumakta yetersiz kalıyor. Kadın cinayetlerinde, tecavüzde tahrik indirimleri uygulandıkça, kadına yönelik taciz suçu cezasız bırakıldıkça kadına yönelik her türden şiddet artarak devam ediyor.

Bu nedenle kadına yönelik şiddete ve kadın haklarına olan duyarlılığı ile tanınan eski Ankara 8. Aile Mahkemesi Hakimi Eray Karınca’nın sözlerini bir kez daha hatırlatmak gereği duyuyoruz: “Biz kadına haksızlığa, ayrımcılığa, şiddete karşı ‘Boyun eğme, hakların var, hukuk, devlet senin arkanda’ diyoruz ama şiddet mağduru kadın uygulamada korunmuyor. Bunun sonucunda yaptığının yanına kar ve kadını şiddetten korumanın lafta kaldığını gören fail, rahatladığı gibi kadının dayanaksız direncini kırarak, iktidarını sürdürmek için her seferinde şiddetin boyutunu artırıyor. Sorun daha derinde. Aslında gerçekten kötü uygulamalar var ancak benim hakimliğim sırasında verdiğim kararlar gibi iyi uygulamalar da var. Çünkü bizim gibi ülkelerde uygulamacılar yöneticilerin, karar vericilerin isteklerini çabuk sezer ve uyum sağlarlar. Bu sorunda aldırmaz davranılıyorsa, nedeni güç sahiplerinin bu konuyu içselleştirip samimi olarak çözmeyi istemediklerini bilmelerindendir. Kuşkusuz yeni hukuksal düzenlemeler gerekliyse de bu işin en kolay yanı. Bunun dışında kurumlar arasında eş güdüm yok. Sorunun asıl sahibi olması gereken sosyal çalışmacılarsa alanda hiç yok. Çözüm, samimiyet ve bilgi. Yani güç sahipleri samimi olacak, konuyu oy hesabıyla istismar etmeyecek ve konunun uzmanlarına yetki ve sorumluluk verecek. Yetersiz kişilerle doğru sonuçlar elde edilmez.”

Hakim Eray Karınca, herkesin kadını şiddetten koruyormuş gibi yapmadan gerçekten korumak için çaba göstermesi gerektiğinin altını çizerek, “Sorun, bu şekilde çözülür. Türkiye, kadınlarını etkili olarak korumadığı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden mahkum olmaz. Bunun için mutlaka kültürel kodların, kafaların değişmesini beklemekse, çok zaman gerektirir. Öyleyse kadınlar sayısal avantajlarını kullanmayı becerip birleşip, kenetlenerek, etkili tepkiler göstermeyi, toplumun ilgisini diri tutmayı ve siyasileri kesin tutum almaya zorlamayı başarmalılar. Haklı olmak başarmanın yarısıdır, kalanı ise inanmak ve mücadele etmektir” demişti. Biz kadınlar bu doğrultuda 2012 yılında da Çanakkale’de ve her yerde kadına yönelik şiddete, tacize, tecavüze ve kadın cinayetlerine karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu mücadele bağlamında 8 Mart Dünya Kadınlar Günün’de 3. duruşması yapılacak Çanakkale’de kamuda taciz davasının takipçisi olmaya ve mağdur edilen kadın arkadaşımızın yanında yer almaya devam edeceğiz.

Şunu da belirtmek gerekir ki devletin görevi sadece nikahlı kadınları değil; her kadını şiddetten korumaktır. “Kadına karşı şiddet yasa taslağındaki “yakın ilişki içinde yaşayanlar” kavramı Başbakanlık tarafından taslaktan çıkarılmıştır. Oysa imam nikahlı ilişkilerden resmi nikah imkanı olmayan zorla erken evlendirilmiş kız çocuklara; aynı çatı altında nikahsız yaşayanlardan, birlikte oturmadıkları halde bir ilişki içinde olanlara kadar, Türkiye’de yaşayan milyonlarca kadın şiddet yaşamaktadır. Başbakanlığın “yakın ilişki içinde yaşayanlar” ifadesini yasa taslağından çıkarması, yukarıda sözü edilen kadınları iki, üç kat mağdur etme sonucunu doğuracaktır. Bizler Başbakanlığı, Bakanlar Kurulu’nu ve kadından sorumlu olması gereken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı, kadınları şiddetten korumak üzere kadın örgütlerinin on yıllara dayanan deneyimlerini ciddiye almaya ve işlevsel, etkin ve amacına uygun bir yasa çıkarmaya, kısacası göreve çağırıyoruz!

2012 yılının kadınların öldürülmediği, şiddet görmediği, daha özgür, daha güzel bir yıl olmasını diliyoruz.
Sevgi ve dayanışma ile…

Çanakkale Bağımsız Kadın Kolektifi Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir