Kent Hakkı ve Kamusal Alan Kavramı

Kent Hakkı
“Kaldırım taşlarının altında kumsal var.” Fransa Mayıs 1968 olaylarında, öğrencilerin söktükleri kaldırım taşlarını, polislere atmasından yola çıkarak oluşturulmuş, içinde kapitalizme karşı duruşu coşkuyla barındıran bir slogandır. 1968 Mayıs – Haziran aylarında Fransa’da,  tutucu De Gaulle iktidarına karşı Sorbonne Üniversitesi’nde başlayan öğrenci hareketi giderek büyümüş ve işçi kesimin desteğini alarak ülke çapında ayaklanmaların, fabrika işgallerinin ve genel grevin yaşanmasına yol açmıştır. Olaylar, Meclisin lağvedilerek seçimlerin yeniden yapılmasıyla sonuçlanır. 1968 isyanı, eleştirel düşüncede bir çığır açar. Kentsel düzenin sorgulanması ve nasıl bir kent istediğimiz sorusu da bu isyanın getirilerinden biridir.

“Kent hakkı” sloganını 1968’de ortaya atan Henri Lefebvre, onu kullanırken dikkatli olmak yerine kışkırtıcı davranır. Kent Hakkı, hem anında anlaşılabilir ve sezgisel olarak etkili bir slogandır, hem de kuramsal olarak karmaşık ve kışkırtıcı bir formülleştirmedir. “… kent hakkı bir haykırış ve bir istektir”. (Lefebvre, 1967, s. 158)  En basit tarifiyle kent hakkı, kentin potansiyel faydalarına bütün yaşayanların eşit erişimi, bütün yaşayanların karar alma süreçlerine katılımı ve yaşayanların temel hak ve özgürlüklerinin tamamını gerçekleştirebilmesi olarak tanımlanabilir.

Lefebvre, 1968 yılında ilk kez kent hakkından bahsederken, kavramı bütün kent ve kentleşme süreçlerini belirleme/kontrol etme hakkı olarak tanımlamıştı. Henüz küreselleşmenin lafının edilmediği bir dönemde, kentleşmenin sanayileşme süreçlerinden koptuğunu ve kapitalist kentin dünya üzerinde tam kentleşmeye doğru yol aldığını, bunu da devlet ve sermayenin kentsel mekanı kontrol etmesi üzerinden sürdürdüğünü/sürdüreceğini anlatıyordu. Yunan kentlerinde agora etrafında örgütlenen politik kentin, zaman içerisinde Avrupa kökenli pazaryeri etrafında örgütlenen kente yenik düştüğünü aktarıyor, kent hakkını yeniden politik kente dönüşle de ilişkilendirip, kentsel mekanı belirleyen güç ilişkilerini yeniden yapılandırarak, kontrolün devlet ve sermayeden kent insanına geçişi olarak tarif ediyordu. Yer yer bir politik proje ya da ütopya olarak da nitelendirilen kent hakkı üzerinden, kentsel karar mekanizmalarının yeniden yapılanması ile bütün kent yaşayanları kentsel siyaset içerisinde yerini alacak ve yaşam çevrelerini etkileyen kararlarda söz sahibi olacaklardı. Lefebvre, kent hakkını gündelik hayatla da ilişkilendirerek, anların ve yerlerin eksiksiz kullanımını sağlamak üzere kentsel yaşama, yenilenmiş bir merkeziliğe, karşılaşma ve değiş tokuş mekanlarına, yaşam ritimleri ve zaman kullanımlarına erişim ve bunları yaşayanların isteğine göre değiştirme hakkı olarak açıklıyordu. Kentlerde yaşayan ve çeşitli farklılıklar barındıran bütün insanları ama özellikle tehdit altındaki grupları hedeflemesi de demokrasinin çoğunluğun diktasına dönüşme potansiyelinin önüne geçme gayretiydi.

Lefebvre göre, talep edilen var olan kentin hakkı değil, gelecekteki bir kentin hakkıdır; hatta bunun geleneksel anlamda bir kent olması da gerekmez, daha çok kentsel toplumda kent ile kır arasındaki hiyerarşinin yok olduğu bir yerdir. Ama öncelikle istenen şeyin, yoksunların ve yabancılaşmışların gereksinimleri olan maddi gereksinimlerle özleme dayalı gereksinimlerin örtüştüğü bir kenttir bu.

Lefebvre’ye göre kapitalist mekanın üretimini kullanım değerinden ziyade değişim değeri belirler. Şehrin sermaye veya mülk sahibi olmayan, mekanların değişim değeri üzerinden para kazanamayan sınıfları ise şehir üzerinde söz hakkını kaybetmiştir. Basit ifadesiyle şehir mekanlarının kullanıcılarının hakları bu mekanların kapitalist piyasada değişim değeri üzerinden para kazanan sınıfları tarafından sürekli gasp edilmektedir. Lefebvre, şehri kullananların şehirden kar edenlere karşı organize olup toplumsal mücadele marifetiyle şehir haklarını çekip almaları gerektiğini iddia etmiştir.

Lefebvre’nin kent hakkı kavramını bugün yeniden tartışmaya açanlar arasında yer alan David Harvey ise kavramın, basit bir hukuki talep olmadığının, ahlaki talep olduğunun üzerinde durur. “Kent hakkı, kent kaynaklarına ulaşma bireysel özgürlüğünden çok öte bir şeydir: Kenti değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır. Ayrıca bireyselden çok ortak bir haktır çünkü bu dönüşüm kaçınılmaz olarak kentleşme süreçlerini yeniden şekillendirmek üzere ortaklaşa bir gücün kullanımına dayanır.” Harvey’e göre kent ve kentleşme süreçleri artı değer kullanımının ana kanallarından birisi haline gelmişse, kent hakkı, bu artı değerin kullanımı üzerinde demokratik bir yönetim kurmak anlamına gelir. Kent hakkı, kentsel kaynaklara erişime yönelik bireysel özgürlüklerin çok ötesinde kenti değiştirmek suretiyle kendimizi değiştirme / kendi geleceğimizi belirleme hakkıdır. Harvey, bu hakkın bireysel değil ortak bir hak olduğunun altını çizer ve en kıymetli ama en çok ihmal edilen insan hakkı olduğunu ilan eder. Harvey’e göre kent hakkı bugün küçük bir siyasal ve ekonomik elit grubun elindedir ve geri kazanılması gerekir. Bu geri kazanma sürecinde kent hakkı kavramı üzerinden birlikte muhalefet olasılığını tartışır. Kentleşme süreçlerinde artı değer üretimi ve kullanımı üzerine odaklanan ve bunun kimler tarafından yönetileceğini sorgulayan kent hakkı kavramını, geniş bir toplumsal hareketin inşası için kent hakkının demokratikleşmesini sağlamak, kentsel mekanı almak ve yeniden üretmek, kamusal alanları yeniden kazanmak / korumak üzere çalışan bir slogan ve politik bir ideal olarak tanımlar.

Kent hakkı kavramını bugüne uyarlayanlardan biri olan Margit Mayer ise Harvey’in tanımlamasına ek olarak kent hakkının, bir yeniden dağıtım aracı olduğunu, dolayısıyla tüm insanlar için değil, ondan yoksunlar ve ona ihtiyacı olanlar için sahiplenilecek bir hak olduğunu söyler. Bugünkü mücadele de, bir ortak alan olan kenti, rant aracı haline getiren, toplumun farklı kesimlerinin karşılaşma, ilişki kurma alanını sınırlayan, katılımcı olmayan yollarla ortaya çıkan tüm uygulamalara karşı verilen bir kent hakkı mücadelesidir.

Son yüzyıldaki kentleşmenin hayret verici hızı ve ölçeği insanî mutluluğa katkıda bulunmadığı gibi hızla betonlaşan kentler, insanların da betonlaşmasına, doğaya yabancılaşmasına neden olmuştur. Kent toplumbilimcisi Robert Park‘ın deyişiyle kent: “İnsanın içinde yaşadığı dünyayı daha çok gönlüne göre yeniden yapmada en başarılı girişimidir. Ama eğer kent, insanın yarattığı dünyaysa bundan böyle orada yaşamaya mahkum olduğu dünyadır da. Böylece dolaylı yoldan ve görevinin doğasına dair hiçbir açık algısı olmadan kenti yaparak insan kendini yeniden yapmıştır.”

Kamusal Alan
Modern toplum kuramlarında, toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanına işaret etmek için kullanılan bir kavramdır. Bireylerin, hemen herkesi ilgilendiren sorunlar hakkında birbirleriyle etkileşimde bulunabildikleri alanlardır.

Bir toplumda var olan kamusal alanların genişliğini ve sınırlarını; düşünce, ifade, bilgiye erişme, tartışma, toplanma, örgütlenme ve tanınma özgürlüklerinin genişliği ve ayırt etmeksizin herkesi kapsayıcılığı (eşitlik, çokluk ve farklılık) belirler.

“Kamusal alan kavramının zorluğu kendi içinde iki anlam boyutunu içermesinden kaynaklanmaktadır. Birinci yönüyle, mekansal bir kavram: toplumsal yaşantımız içinde fikirlerin, ifadelerin ve tecrübenin üretildiği, açığa çıktığı, paylaşıldığı, yayıldığı ve müzakere edildiği toplumsal alanlardır. Kamusal alan kavramı, yaşamımız içindeki farklı alanları ve fenomenleri, zaman ve mekan boyutlarıyla birlikte, toplumsal dinamikler içinde ilişkilendirmemizi sağlar. İkinci yönüyle, anlam üretim alanları açısından normatif bir ilkeyi, bir ideali belirtiyor: Almanca ‘öffen’ kelimesi ortak, aleni, açık ve eleştirel olan anlamlarına gelmektedir. Özerklik, çoğulluk, açıklık, özdönüşüm ve eleştiri özgürlüğü gibi kelimeler kavramın bu ilkesel yanını karşılamaktadır. Habermasın ortaya koyduğu kamusal alan, bireylerin kendi görüşlerini açık platformda özgürce tartıştıkları bir alandır.”(Meral Özbek, Kamusal alan)

Habermas‘ın yapısal özelliklerini tartıştığı kamusal alan dünyanın her tarafında aynı şekilde gelişmemiştir. Demokrasiyle tanışmayan ya da problemi olan toplumlarda kamusal alan Habermas’ın ifade ettiği gibi özgürlüklerin ve farklılıkların alanı olarak gelişememiştir. Aksine buralarda “demokratik” değil, “ideolojik” bir kamusal alan gelişmiştir.

Kamusal alan totaliter ya da yarı-totaliter devletlerin elinde alternatif düşüncelere, yaşam biçimlerine ve referanslara karşı kapalı hale gelir. İdeolojik kamusal alanın ikinci özelliği yasaklayıcı ve daraltıcı olmasıdır. Bu tür bir kamusal alan anlayışı her tür düşünce ve aidiyeti ifşa etmeyi öngören demokrasinin tersine örtmeyi, görülmezlikten gelmeyi, tartışmamayı öngörmektedir.

Türkiye’de ideolojik kamusalın inşası:
Meral Özbek, “Kamusal Alan” adlı kitabında, Türkiye’de ideolojik kamusal alan kurgusunun Cumhuriyetle birlikte hayata girmeye başladığını belirtmiştir. “Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlı’dan kendi doğal süreci içinde evrimini sürdüren bir siyasal yapı devralmıştır. Bu siyasal yapı kendi modernleşme sürecine paralel bir kamusal alan ortaya çıkarmıştır. Cumhuriyet döneminde devlet ana hatlarıyla üç özellik etrafında yoğunlaşan bir kamusal alan yaratmıştır. Birinci olarak “tek tipli” bir kamusal alan yaratmaya çalışmış, bunun için muhalif ve alternatif düşünceleri, kimlikleri, yaşam biçimlerini kısaca varlık alanlarını yasaklamış veya görmezlikten gelmiştir. Devlet eliti ikinci olarak kamusal alanda içeriği bir kenara bırakmış görüntüyü ön plana çıkarmıştır. Görüntü etrafında bir modernleşme projesi geliştirmeye çalışmıştır. Bu nedenle kılık kıyafet devlet eliti için modernleşmenin en önemli göstergesi olarak kabul edilmektedir. Görüntüyü tamamlayıcı unsur olarak ihtişamlı gösteriler, törenler, seremoniler ve kutlama merasimleri ile modern bir görüntü vermekte; vatandaşın devlete bağlılığını bu tür görüntülerle pekiştirmeye çalışmaktadır. Türkiye’de kamusal alan üçüncü olarak devlet eliti tarafından, farklılıkları zenginleştirici bir tartışma, rekabet ve varlık alanı olarak değil; kitleleri eğitmenin bir aracı olarak kullanılmaktadır.”

Gezi direnişi
Gezi Parkında yaşanan isyan/direniş, neoliberal politikalara, kentlerin sermayeye açılmasına karşı duruşun sembolü haline geldi. Gezi öncesinde, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kent direnişleri olduysa da ivmesi ulusal bir boyuta ulaşmamıştı. Kentsel rant üzerinden ittifaklar kuran sermayedar ve devlet erki, hiç beklemediği bir direnişle karşılaşarak kentte istediği gibi at oynatamayacağını anladı. Gezi parkında betonlaşmaya karşı duran gençler bir ütopyayı gerçekleştirerek, kısa sürelide olsa devletin olmadığı, paranın geçmediği bir özerk alan kurdular. Kent hakkı üzerinden, kentsel karar mekanizmalarının içinde yer alma isteklerini haykırdılar. Kent yaşayanlarının kentsel siyaset içerisinde yerini alması ve yaşam çevrelerini etkileyen kararlarda söz sahibi olabilmeleri için kararlı bir duruş sergilediler.

Gezi direnişinde iletişim araçlarının niteliği, örgütlenme adına yeni bir modelin de habercisi gibiydi. Facebook ve Twitter üzerinden eylemciler çok kısa bir süre de örgütlenerek, sokaklarda toplanmaya, birbirlerini her an yönlendirerek stratejiler geliştirmeye çalıştırdılar. Cep telefonu ve bilgisayar/internet teknolojisiyle öne çıkan klavye tabanlı iletişim bir yandan iletişebilme hızını arttırdı, diğer yandan dil üzerindeki belirleyicilikte merkezin / iktidarın etkisini zayıflatarak daha özgür bir iletişim dili yarattı. Ana medya akımları taraflılığı, tercihleri ve edindiği yeni misyonlar nedeniyle, habercilik etiğinden uzaklaşarak güvenilirliğini yitirdi. Temsiliyet konusunda çoğunluğun ilgi ve ihtiyaçlarına değil, iktidarın tahakkümüne öncelik vererek iletişim gücünü yitirdi. Farklı kesimlerin birbirleriyle iletişime geçmelerine ve örgütlenmelerine olanak sağlayan Gezi parkı ve Taksim Meydanı gibi kamusal alanlar, devlet kontrolünün ve şiddetin artması sonucunda çeşitli sıkışmalar yaşasa da internet üzerinden çok kısa sürede yeni örgütlenmeler kurularak, farklı kamusal alanlarda farklı örgütlenmeler kuruldu. Semt parklarında kurulan kent forumları bir kent ütopyasının habercisi gibiydi. Kent hakkı fikri üzerinden örgütlenen insanlar, mahalle meclislerine evrilebilecek, içinde her rengi barındıran tartışmalar yaşadılar.

Gezi direnişinde memnuniyetsizler/yabancılaşanlar, dışlanan ve sömürülenler ilk defa kent meselesi etrafında birleşerek yaşam alanlarına yapılan müdahalelerden rahatsız olduklarını haykırdılar. Yaşam alanlarını ve kentsel mekanlarını kendi talep ve arzuları doğrultusunda üretme, şekillendirme haklarını her türlü şiddete rağmen savundular. Gezi, kentsel kamusal alanların işgaline dur diyen, kentine ve geleceğine sahip çıkan insanların ayaklanmasıdır. Taksim meydanında yaşananlar Türkiye için bir milattır.  Buna vesile olan kamusal alanlar, merkez kapitalist ülkelerin biçimsel demokrasilerinin oluşumunda ve bu ülkelerde insan haklarından sosyal devlete uzanan bir dizi toplumsal kazanımın elde edilmesinde olağanüstü bir rol oynamıştır.  Modern toplumsal düşüncenin en önemli kavramlarından biri olan kamusal alanlar, kentlilerin haklarını savunduğu ve yaşam hakları için direndiği alanlara dönüşerek, dayatılan ideolojik kamusalın yıkıldığının işaretlerini de vermiştir.

Çanakkale’de kamusal alanlar
Çanakkale, insanların buluşup bilgi alışverişinde ve kültürel etkileşimde bulunabilecekleri kamusal alanlara ve mekanlara sahiptir. Özellikle sahil şeridi ve eski kent dokusu içinde kentlinin sıkça kullandığı açık ve yarı açık alanlar mevcuttur. Fakat bu alanların bir kısmının kent içindeki konumları, mimari özellikleri, kullanım olanakları ve tercihleri nedeniyle iletişim kalitesi oldukça düşüktür. Çanakkale’nin en geniş alanlarından biri olan Cumhuriyet Meydanı “ideolojik kamusal” olarak tarif edilebilecek bir tören alanıdır. Modernleşme / ulus devlet oluşturma projesinin ürünü olan bu tören alanları, yapısal ve kavramsal olarak değişime uğramalı, bilgi ve düşüncenin üretildiği, açığa çıktığı, paylaşıldığı, yayıldığı ve müzakere edildiği toplumsal alanlara dönüştürülmelidir. İskele Meydanı da taşıt trafiğinden arındırılarak, Cumhuriyet Meydanıyla bütünleşmesi sağlanmalıdır. Kentte yer alan tarihi meydanlar; Kilise, Fatih ve Saat Kulesi meydanları arasındaki organik bağ tekrar güçlendirilerek bu tarihi aks belirgin hale getirilmelidir. Kamusal alanlardaki küçük ölçekli müdahaleler, düşük teknoloji kullanmak, uyarlanabilir olmak, kullanıcıyı dahil etmek, müşterek olanı oluşturmak için daha fazla olanak sunmak ve esnek olmak, tasarım sürecinin araştırma aracı / bileşeni olarak kullanmak bu kamusal alanların niteliklerini geliştirecek önermelerdir.

Tüm Türkiye’de olduğu gibi hızla çoğalan büyük alışveriş merkezleri, kentliye tüketime dayalı, kişiler arası kültürel etkileşime fırsat vermeyen bir iletişim biçimi sunmaktadır. Özellikle inşaatı devam eden “Kıyı AVM” kentlilere ait kıyı şeridini işgal ederek kentli haklarını hiçe saymaktadır. Hemen bu binanın yanına yapılması planlanan yat limanı da kentlilerin sıkça kullandığı çamlık bir alanı yok ederek bu bölgenin soylulaştırma sürecine hizmet edecektir. Kıyı kanunu, kıyıların tüm kentlilere ait olduğunu ve herkesin bu alanlardan eşit şekilde faydalanmasını öngörürken tıpkı Gezi sürecinde olduğu gibi bu alanlar kullanım değerinden ziyade değişim değeri üzerinden rant elde etmek için gasp edilmektedir.

Sonsöz
David Harvey, kent hakkı kazanımı için mücadele etmenin, örgütlenmenin gerekliliğinden bahsederken kenti ve insanı özgürleştiren demokratik bir yapının da modelini çizmektedir.

“Kentsel mekanda kimin bulunma hakkı olduğuna dair ve hangi şartlar altında bu hakka sahip olduklarına dair bir mücadelenin kavgasının yapılması gerekir. Kentlerimizde gerçekleşen en şaşırtıcı şeylerden biri, halkın siyasi olarak kendisini ifade etmesine izin verilmeyen geniş kamusal alanların bulunuyor olması. Artık politik diyaloglar yürütmek için izin almak zorundasınız ve aslında bu gidişata karşı çıkmanın bir yolunun, aniden, simultane bir biçimde, birçok kamusal alanda aynı anda bulunmak ve tartışmalar başlatmak olduğunu düşünüyorum. Elbette, bazı karşı çıkışlar olacaktır ama bir zaman sonra tüm kentlilerin şunu anlamalarını sağlamalıyız, demokrasi olarak adlandırmak istediğimiz bir toplumda, bu çok mantıklı bir pratiktir. Ve şu anda paranın demokrasisi var, ama insanların demokrasisine sahip değiliz. Kamusal alanları işgal edip halkın siyasi alanları haline getirmek ve insanların demokrasisini yeniden tesis etmek, kentsel demokrasiyi tekrar gündeme sürmek için geçmemiz gereken yollardan biridir.”

Henri Lefebvre‘in bu konuya ilginç bir bakışı vardı. “Belirli bir mekanı, bildiğiniz üzere, bir süreliğine özgürleştirebilirsiniz,” demişti, “ancak burada her zaman şunu göreceksiniz, eğer daha ileri bir özgürleştirme sürecine girmezseniz, özgürleştirmiş olduğunuz mekan, bir süre sonra dominant pratik tarafından tekrar absorbe edilir, ele geçirilir.”

KAYNAKÇA

  • Lefebvre H. Kentsel Devrim,La Révolution Urbaine
  • Lefebvre H. Modern Dünyada Gündelik Hayat,La Vie QuotidienneDans le Monde Moderne
  • ÖZBEK, M. (2004), “Giriş: Kamusal Alanın Sınırları”, M. Özbek (ed.), Kamusal Alan, İstanbul: Hil Yayın.
  • Murat Cemal Yalçıntan, Kentsel Dönüşümü ve Kentsel Muhalefeti Kent Hakkı Üzerinden Düşünmek-
  • Harvey, D. (2008) “The Right to the City”, New Left Review, 53.
  • HARVEY, D. (2013), “Asi Şehirler Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru”, çev. A.D. Temiz, İstanbul: Metis Yayınları.
  • Eleştirel Kent Kuramından Kent Hakkına, Peter Marcuse, çev: Meriç Kırmızı
  • Ünsal Oskay, İletişimin ABC’si, Derin Yayınları
  • Lefebvre,H. (2011) “Kent Hakkı” http://www.egitimbilimtoplum.com.tr/index.php/ebt/article/view/449/pdf
  • Harvey, D. (2013) “Kent Hakkı” http://www.sendika.org/2013/05/kent-hakki-david-harvey/
  • Mayer, M. (2011) “Kentsel Toplumsal Hareketlerde Kent Hakkı”

Ö. Bahattin Köylü Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir