Yeni Hemşehrilerimiz: “Nurcan Güzel & Münir Karataş”

Bu söyleşi serisinde, son yıllarda büyük şehirlerden Çanakkale’ye göç etmiş bir grup insanı yakından tanıyacağız. Sizlerin de göreceği gibi sahne sanatları, sinema, fotoğraf, gazetecilik, tasarım, edebiyat, müzik gibi alanlarda ulusal ve uluslararası ölçekte üretim yapan, yaratan ve düşünen bu insanlar, özgün donanım, bakış açısı ve vizyonlarıyla Çanakkale’de yaşamayı ve var olmayı seçmişler. Kendi alanlarının yerel ve küresel dinamiklerini takip eden, yaratıcılıkları ve kültürel üretimleriyle ön plana çıkan bu yeni hemşehrilerimizi daha yakından tanımanın vaktinin geldiğini düşünüyorum. Kültür, eğitim ve turizm odaklı gelişmeyi hedefleyen Çanakkale, yeni hemşehrileriyle kaynaşabildiği ve onlara potansiyellerini kente yansıtacakları alanlar açabildiği ölçüde zenginleşecek diye düşünüyorum.
Söyleşi serisi, benzer soruları kendime de yönelteceğim bir değerlendirme yazısıyla son bulacak. Ben de beş yıldır bu kentte yaşıyorum, yani bizzat yeni hemşehrilerinizden biriyim…
Deniz Erbaş

Yönetmen ve senaryo yazarı olan Münir Karataş, Film sektörünün farklı disiplinler gerektiren alanlarında eserler üretmiştir.
Hobi olarak 11 adet etnik müzik albümünün prodüktörlüğünü yapmıştır. Bu albümler 2000 yılında Sony Müzik Colombia etiketiyle yerli ve yabancı markette satışa sunuldu. Halen Online satış kanallarında bulunmaktadır.
2011 yılından bu yana Sinema filmi ithalatı yapmaktadır. Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği üyesidir.

Nurcan Güzel de İsviçre merkezli Privilige Brokerage S.A için Office Yöneticiliği, en son da Tansaş Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü yaptıktan sonra Film sektörü ile tanıştı.
Energy Prodüksiyon şirketinde pazarlama müdürü ve prodüktör olarak çalıştığı bu dönemden sonra sadece medya ve entertaintment sektöründe çalışmaya karar verdi.
Halen Sinema Filmi ithal edip, hikayeler ve senaryolar yazmaya devam ediyor. Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği Üyesidir.

Münir Karataş ve Nurcan Güzel, 2010 yılından bu yana film ithalatına devam ederken bir taraftan da yeni hikaye ve senaryolar üzerinde çalışıyorlar.

Deniz Erbaş: Çok geniş bir konu ama sinema sektörünün (film üretimi, gösterim koşulları, festivaller) Türkiye’de son yıllardaki genel durumu ve güncel dinamikleri konusunda bizleri biraz bilgilendirir misiniz?

Münir Karataş: Türkiye Sinema sektörünü üç ana başlık altında incelemek mümkün. Her bir başlığın da alt başlıkları var tabi ki. Ana başlıklar: Yerli film üretimi; sinema salonu, seyirci, dağıtım kanalları; sinema ile ilgili yasalar ve fonlar.
Türkiye, sinema seyirci sayısı olarak yerli filmlerin yabancı filmlere karşı üstünlüğü olan Hindistan’dan sonra ikinci ülke. Sinema seyircisi her yıl artıyor. 2017 yılı raporuna göre, sinema bileti satışlarında %17’ilk bir artış olmuş, satılan toplam bilet sayısı 68 milyon. Bu sayı içerisinde yerli filme gidenlerin sayısı ise 38 milyon. Fakat bu istatistik yerli sinemanın büyüdüğü anlamına gelmiyor maalesef. Zira 2017 yılında bu seyirci üretilen toplam 140 yerli film arasından yalnızca 10 filme gitmiş. Bu 10 film ise, genelde eleştirmenlerin de üzerinde hemfikir olduğu şekilde “dizi gibi çekilmiş komedi filmleri”. Yani seyircinin tercih ettiği bu yerli filmlerin hiçbirinin Edirne il sınırları dışında bir kıymetiharbiyesi yok; ne uluslararası bir festivalde yer alıyorlar, ne de Türkiye dışında farklı bir ülkeye satışları yapılabiliyor. Bu durum, seyircinin tercihleri dışında yerli sinema üretimi anlamında çok önemli bir açmaza da işaret ediyor. Üretilen yerli filmlerin çok büyük bölümü geniş kitlelere ulaşabilecek salonlarda yer bulamıyor, çok vahşi bir tekelleşme söz konusu. Filmlerin çok azı alternatif dağıtım kanalları vasıtasıyla sınırlı sayıdaki salonda seyirci karşısına çıkabiliyor. Film yaratıcılarının en önemli kaynağı bilet geliri, dolayısıyla filmlerin yeterli seyirciye ulaşamaması, uluslararası alanda yer bulabilecek yerli film üretimini olumsuz etkiliyor.
Sinema salonlarında “gişe başarısı” hiç bir şekilde elde edememiş ama önemli festivallerde yarışıp ödüller alan filmlerimiz var. Yeni Türk sineması bu anlamda yavaş da olsa ilerliyor diyebiliriz.
Yasal çerçeve ve fonlar açısından ise; Film üretmek için Bakanlık fonu dışında herhangi bir kaynak ne yazık ki yok. Özel sektör, belediyeler ve diğer kamu fonları film üretimini desteklemiyor. Bağımsız sinemacılar için bu çok sıkıntılı bir durum. Yerli film üretimini desteklemek için oluşturulan Bakanlık Fonu ise sinema filmlerinin bilet satışlarından kesilerek bakanlığa aktarılan bir kaynaktan oluşturuluyor. Yani seyircinin bilete ödediği paradan kesilen bu kaynağın, filmlerin desteklenmesine aktarılması gerekirken, bu muazzam kaynak başka kamu fonlarına aktarılıyor. Bu sorunlu durum, meslek birliklerinin yoğun baskısına rağmen yıllardır çözülememiş durumda.

Nurcan Güzel: Münir haklı ama eksik; bilet gelirlerinden toplanan bu kaynağın bildiğim kadarıyla üçte biri filmlere geri ödemeli destek olarak dağıtılıyor. Burası çok önemli belki halk bilmiyordur bu detayı. “Bakanlıktan para aldı, film çekti” gibi laflar duyuyorum. Bu destekler geri ödemelidir ve ancak belli başlı büyük festivallerden ödül alırlarsa hibeye dönüşmektedir.
Evet, bakanlık bir destek yapıyor ama sinema bilet gelirlerinden toplanan vergi, harç rüsum vb. kaynağın tamamını değil. Sinema seyircisinden elde edilen bu kaynak, Bakanlık fonu olarak sinema sektörüne tam anlamıyla geri dönmüyor.

Münir: Türkiye hala AB uyum yasaları çerçevesinde Telif hakları ile ilgili yasal düzenlemeleri yapamamış ve dolayısıyla da bağımsız bir sinema kurumu kuramamış bir ülke ne yazık ki. Mevcut sektör meslek birlikleri, telif hakları ile ilgili yasal düzenlemeler yapılmadığı için, Bakanlık dışı bir telif geliri kaynağına ulaşamadıkları için doğal olarak bağımsız olamıyorlar. Sonuç olarak, bin bir zorlukla film üreten bağımsız yönetmen/yapımcılar, gişeden gelir elde edemiyor, korsanla yasal düzenlemeler çerçevesinde mücadele edilemediği için de filminin Home Video ve internet gösterimlerinden de gelir elde etmesi mümkün olmuyor. Peki film üreticisi ne yapacak, yeni filmini nasıl gerçekleştirecek sizce? Onun için yerli film sektörü sadece ilk filmini çekebilen yönetmenler mezarlığı olarak karşımızda bize umarsızca gülümsüyor diyebiliriz. Sektör dinamiklerinin orta, uzun vadeli bir strateji çerçevesinde görüş üretememesi, bir eylem planı ortaya koyamaması, bir araya gelememesi ile, yerli film sektörü bir kaç stüdyo irisi diyebileceğimiz yapımcının hayal gücüne ve para kazanma hırsına teslim edilmiş oluyor.
Çektiği filmlerle uluslararası başarıya ulaşmış bir kaç tane yönetmenimizin filmleri dışında başka filmimiz yok değil ama bir filmin üretimi kadar uluslararası markette pazarlanması da çok önemli. Bu alanda çalışan özel sektör şirketleri henüz oluşmadı. Bunu da Nurcan açıklasın.

Nurcan: Evet, son yıllarda oldukça büyük başarılar elde eden yönetmenlerimiz var. Elbette birinci sırada hemşehrimiz Nuri Bilge Ceylan, Kalandar Soğuğu ile Asya Pasifik ödüllerini toplayan Mustafa Kara, Ana Yurdu ile uluslararası bir çok festivalde adından söz ettiren Senem Tüzün, Sarmaşık ve yeni filmi Kelebekler ile yine Sundance’da adımızı duyuran Tolga Karaçelik. Emre Yeksan, Erol Mintaş, Yeşim Ustaoğlu, Seren Yüce, Ali Aydın, Emin Alper, Mehmet Can Mertoğlu, Can Evrenol, Kaan Müjdeci, Ceyda Torun ve daha adını belki şu an anımsayamadığım çok değerli yeni yönetmenlerimiz var ve arkasından gelenler de var. Takip ettiğimiz genç yönetmen ve yapımcılar gelecekte çok daha başarılı işlere imzalar atacaklar, buna çok eminim.
Elbette uluslararası pazarlama çok önemli; bir filmin ödül alması tek başına yeterli değil, ödülü aldığı anda onu pazarlayacak ve birden fazla ülkede görünmesini sağlayacak satış ajansına sahip olması ödül kadar önemli. Cannes, Berlin gibi büyük Festivallerin arkasında aslında büyük bir de market vardır. Biz de Türkiye’de gösterim haklarını alıp temsil ettiğimiz filmleri de bu marketlere gidip ajanslardan alırız. Ne yazık ki şu anda bu genç ve yetenekli yönetmenlerimizi ve filmlerini pazarlayacak gerçek bir ajansımız/ajanslarımız yok diyebiliriz. Genellikle bu filmleri Alman ve Fransız ajansları uluslararası düzeyde pazarlıyor.

Deniz: Evet gerçekten sanat ve kültürün her alanında olumsuzluklar ve elverişsiz koşullar, başarıların ve üretimin önüne geçiyor. Peki ne zaman ve hangi motivasyonla geldiniz Çanakkale’ye?

Münir: İstanbul dışında yaşamayı uzunca bir süredir planlıyorduk. Bu amaçla Assos yakınlarında bir köyden olanaklarımız çerçevesinde bir yer aldık ve beş yıllık bir süreçte mütevazı evimizi tamamladık. Amacımız yılın yarısını köyde yarısını ise İstanbul’da geçirmekti. İstanbul’un gittikçe dayanılmaz olan şehir hayatı Çanakkale’yi bir seçenek olarak düşünmemize neden oldu. Karar verdik ve Çanakkale – Köy arası bir yaşam kurduk. Bugün geriye dönüp baktığımda son dönemde verdiğimiz en doğru kararlardan birisi olduğunu görüyorum.

Nurcan: Sürekli kafamda “Başka bir yaşam şekli mümkün!” diye bir cümle dolanıyordu, ve hala da dolanıyor, buradan sonra herhalde Mars’a giderim :) … Şaka bir yana beynimdeki bu cümleyi gerçekleştirmiş oldum. Öte yandan Assos yaklaşık 25 yıldır gelip gittiğim; havası, bakirliği, sakinliği ile beni dinlendiren bir yer.

Deniz: Mesleki alanınızın Çanakkale özelindeki koşullarına dair gözlemleriniz nelerdir? Çanakkale’nin potansiyeli ile mevcut durum arasındaki ilişki nasıl sizce?

Münir: Yaptığımız işin Çanakkale ile hiç bir şekilde bir bağlantısı yok; büyük şehirde kazanıp Çanakkale’de harcıyoruz denebilir. Şehrin kültür ve sanat hayatı ile de ilişkimiz oluşamadı bir türlü. Şehre taşınınca yerel yönetimlerin kültür sanatla ilgili yöneticilerine mailler gönderdik, görüşmeler yaptık, şehre faydalı olmak istediğimizi ilettik. Amacımız şehrin kültür ve sanat hayatına olanaklarımız ve ilişkilerimiz çerçevesinde katkıda bulunmaktı. Üçüncü yıla girdiğimiz süreçte bu konuda hala bir şey yapabilmiş değiliz. Bunun sorumlusunun da biz olmadığını düşünüyoruz.
Çanakkale’nin potansiyeli ve mevcut insan kaynağı ile şehri yönetenler arasında bir vizyon farkı sorunu olduğunu düşünüyorum. Şehri yönetenlerin, en azından kendi bildiğimiz alanda ehil olmadığını üzülerek gözlemliyoruz.

Nurcan: Çanakkale büyük bir potansiyele sahip. Bir çok yerde tanıştığım gençlerle sohbet edip ünlü sorumu soruyorum: “Kültürel olarak Çanakkale’de neyin eksikliğini hissediyorsunuz?” Herkes kendi ilgi alanına göre isteklerde bulunuyor: İyi bir senaryo yazarlığı kursu, iyi bir fotoğraf workshop’u, caz dinlemek, alternatif filmler izlemek, açıkhava sineması, film festivali, caz festivali, rock konseri, kültür-sanat Merkezi, biletimizi alıp gidebileceğimiz bir tiyatro salonu vb. Bu istekleri sürekli duyuyorum.
Belediyenin dağıtmış olduğu tiyatro biletleri konusunda ise bir sıkıntıyı çokça duymaya başladım: Davetiye almaya gidenler hemen bitmiş olduğundan yakınıyor ya da davetiye almayı başaranlar da ön sıraya oturabilmek için erkenden gidip bir iki saat sıra bekliyor, girerken de izdiham yaşanabiliyor. Bir çok insan en azından 5 TL gibi küçük bir rakamla ve numaralı olarak satılmasını istiyor. Daha insani koşullarda bu hizmeti almak istiyorlar açıkçası. Bunu söylemeden edemezdim: Sanat bedava olmamalı!

Deniz: Peki bu çok değerli birikim ve potansiyelinizi gerçekleştirebileceğiniz koşulları bulabildiniz mi Çanakkale’de ve kentin üretiminiz üzerindeki etkileri neler oldu?

Münir: Hayır bulamadık: Süreç içerisinde CABININ (Çanakkale Bienali İnisiyatifi) ekibiyle tanıştık. Bu ekiple faydalı olabileceğini düşündüğümüz bazı projelere katkı sağlamayı, koşulları zorlamayı planlıyoruz.
Diğer taraftan, kentteki yaşamın sakinliği üzerinde çalıştığımız sinema filmimizin yazım süreçlerine çok olumu katkı sağladı.

Nurcan: Çok önemli bir detayı atlamayalım: Büyükşehirdeki zaman kaybımız burada yok. Trafik yok, gereksiz toplantı yok. Mail yoluyla, çok gerekli ise online görüntülü toplantı ile işimizi yapabilmek büyük lüks.

Münir: Çanakkale’de bir kültür sanat planlaması ve politikası olduğunu düşünmüyorum. Özellikle yerel yönetim kaynaklarını bu anlamda doğru kullanmıyor; hala bir tiyatro topluluğu, bir kültür merkezi yok, yerelde üretilen kültür ve sanat içeriği yok. Gündelik kararlar ve konjonktüre göre şekillenen kültür-sanat faaliyetleriyle yetiniyorlar. Çanakkale’nin orta ve uzun vadeli bir kültür sanat politikası var mı, varsa nedir? Şehirde yaşayan, sanatla ilgilenen bireyler ve bu konuda çalışan STK’ların da katılımı ile bir Çalıştay düzenleyip, kültür ve sanat politikaları için çeşitli kararlar alıp, uygulayabilmeli.

Nurcan: Devam eden bir Kültür Sanat Merkezi inşaatı var ama içeriği nedir bilmiyorum. Çanakkaleliler ile konuştukça eskiden 8 tane bağımsız sinema salonunun, açık hava sinemasının da olduğunu söylüyorlar ama şimdi hiçbiri yok. Sadece 17Burda’nın içindeki Cinemaximum salonları var. Orada da malum yerli ticari filmler gösteriliyor, şahsen biz son üç yılda bir kere gidecek bir film bulduk. Kepez’de Belediyenin işletmesini yürüttüğü Turhan Mildon Kültür Merkezi var ama ne zaman baksam ya çocuk etkinliği ya da TSM korosunun konseri var.

Deniz: Son olarak Çanakkale’deki gelecek planlarınızdan bahseder misiniz?

Münir: Çanakkale’deki ev ofisimiz kapatıp tamamen köye yerleşmeyi ve Assos’da minik bir film festivali yapmayı hedefliyorum. Çanakkale’de ise CABININ projelerine katkı sağlamak amaçlarımız arasında.

Nurcan: Ben farklı düşünüyorum, bu konuda henüz bir konsensüse varamadık. Benim amacım Çanakkale-Köy rutininde sadık kalmak ve Çanakkale’de uluslararası bir film festivali yapılması için elimden geleni yapmak. Mevcut koşullarda nasıl olacağını hala çözememiş olsam da. Olmadı çocuklar için bir film inisiyatifi, “creative hub” formatında bir yapı yaratmakla başlayabiliriz.

Deniz: Çok teşekkür ediyoruz ikinize de. Bilgilendirici ve ufuk açıcı bir söyleşi oldu.

Deniz Erbaş Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir