Yeni Hemşehrilerimiz: “Ragıp İncesağır”

Bu söyleşi serisinde, son yıllarda büyük şehirlerden Çanakkale’ye göç etmiş bir grup insanı yakından tanıyacağız. Sizlerin de göreceği gibi sahne sanatları, sinema, fotoğraf, gazetecilik, tasarım, edebiyat, müzik gibi alanlarda ulusal ve uluslararası ölçekte üretim yapan, yaratan ve düşünen bu insanlar, özgün donanım, bakış açısı ve vizyonlarıyla Çanakkale’de yaşamayı ve var olmayı seçmişler. Kendi alanlarının yerel ve küresel dinamiklerini takip eden, yaratıcılıkları ve kültürel üretimleriyle ön plana çıkan bu yeni hemşehrilerimizi daha yakından tanımanın vaktinin geldiğini düşünüyorum. Kültür, eğitim ve turizm odaklı gelişmeyi hedefleyen Çanakkale, yeni hemşehrileriyle kaynaşabildiği ve onlara potansiyellerini kente yansıtacakları alanlar açabildiği ölçüde zenginleşecek diye düşünüyorum.
Söyleşi serisi, benzer soruları kendime de yönelteceğim bir değerlendirme yazısıyla son bulacak. Ben de beş yıldır bu kentte yaşıyorum, yani bizzat yeni hemşehrilerinizden biriyim…
Deniz Erbaş

Deniz Erbaş: Evet, Ragıp İncesağır, öncelikle sizi biraz tanımakla başlayalım.
Ragıp İncesağır: Aslen Ankaralıyım, 1981 senesinde İstanbul’a göç ettim. Esasen iktisat mezunuyum, fakat İktisat Fakültesi’nde okurken karikatürcülüğe merak sardım, üniversitenin de karikatür kulübü başkanlığını yaptım. Karikatürcülük yaparken, montajcılık, pikajörlük, sayfa sekreteri, vs. derken grafik tasarımcı oldum. 1985 yılından itibaren önce İletişim Yayınları, Ana Britannica gibi büyük yayınevlerinde sonra ajanslarda çalıştım, yani grafik tasarım asıl mesleğim oldu. 1997 yılında kurduğum Hayalgücü Tanıtım şirketimle grafik tasarım çalışmalarıma devam ediyorum. Kendi ajansımı kurduktan bir süre sonra, organizasyon işine de atıldım. O zamana kadar pir aşkına, gönüllü, yarı politik, sosyal amaçla yaptığım konser, sergi, festival gibi organizasyon işlerinde kazandığım deneyimi ticari faaliyetlerimle birleştirmiş oldum. Bunları fark eden müşterilerim kurumsal organizasyonları için de bizden hizmet almaya başladılar. Birkaç seneliğine bir yüksek okulda iletişim konusunda ders de verme fırsatım oldu. Hem tasarımcı hem de organizatörüm diyebiliriz.

Deniz: Nasıl karar verdiniz Çanakkale’ye yerleşmeye ve ne zaman geldiniz?
Ragıp: İstanbul artık hem iş olarak bunaltıcı olmuştu hem de sosyal olarak yaşanmaz bir hal almıştı. Daha önce de İstanbul’dan göç etme deneyimim oldu: İzmir’in yüzünü hiç görmeden bir gün atlayıp gittim, gider gitmez de İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde Tanıtım Müdürü oldum ve iki sene orada kaldım. Sonra İstanbul’a geri döndüm. Bu sefer de Çanakkale’yi hiç bilmeden, hemen hemen hiç kimseyi tanımadan geldim, burayı sevdim, burada yaşayabileceğimi düşündüm. İlk oturduğum yer havaalanı yakınındaydı, yürüyerek İskele’ye varmam yirmi dakikamı alıyordu. Çanakkaleliler o kadar uzakta oturmama şaşırıyordu. Oysa İstanbul’da benzer bir mesafeyi her gün sırf otobüse binip işe gitmek için yürümem gerekiyordu. Dolayısıyla burada mesafe ve zaman algısı çok değişik. O farkı da sevdim açıkçası, daha yavaş yaşayan bir şehir olmasını sevdim. Yaklaşık üç buçuk sene oldu ve bu sefer kararlıyım, burada kalıcıyım.

Deniz: Peki bu üç buçuk yılda Çanakkale’de neler yaptınız? Sizinki gibi mesleklerden insanların çoğunluğu, işlerini yine büyük şehirle devam ettirerek buradaki yaşamlarını sürdürüyorlar, sizde durum nedir?
Ragıp: Evet, çok yakın bir zamana kadar öyleydi, hala da İstanbul bağlantılı işlerim devam ediyor. Benim özellikle müzik ve tiyatro dünyasıyla yakın bir ilişkim var, müzisyen dostlarımızın albüm tasarımları geliyor, fotoğraf çekimi gerekiyorsa da bir kaç günlüğüne gidip süreci yönetip geliyorum. Allah interneti bulandan razı olsun; on yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz bir şeydi. Şimdi baskı onaylarını bile internet üzerinden geçebiliyoruz. Bu tabi bizi çok rahatlattı. Altı ay öncesine kadar böyle devam ettim. Son dönemde ise yine organizasyon işlerime geri döndüm gibi oldu. Önce bir STK için Fırat Tanış’ın “Gelin Tanış Olalım” adlı oyununu Çanakkale’ye getirdim. Sonra bir oyun, bir oyun daha derken, şimdi hem özel sektöre, hem de belediyelere bir takım organizasyon işleri yapıyorum. Tabii grafik tasarıma ek olarak.

Deniz: İlk geldiğinizde de ben bir takım kültürel organizasyonlar yaptığınızı hatırlıyorum, bir karikatür sergisiydi yanlış hatırlamıyorsam…
Ragıp: Çanakkale’ye ilk geldiğimde arka arkaya üç proje yaptım belediyeyle. Bir tanesi “91 Yıl 91 Karikatür” adlı, her seneye bir karikatür düşmek üzere, Cumhuriyet maceramızı karikatürler üzerinden ele alan bir sergiydi. Sevgili Turgut Çeviker’in NTV Yayınları ile birlikte yaptığı bir kitap projesinden kaynaklanıyordu. 80’lere kadar olan dönemde ondan yardım adım, 80 sonrası dönemi ise ben hazırladım ve 2013 yılına kadar gelen bir süreçte karikatürleri buluşturmuş olduk. Hem eğlenceli, hem ezber bozan ve cumhuriyet tarihini karikatürler üzerinden ele alan ilginç bir çalışma olmuştu. Ardından, Ankara Çankaya Belediyesi’yle birlikte yapmış olduğum mizah festivalinden elimde olan malzemelerle Karagöz’den, Amcabey’e, Avanak Avni’den Fırat’a bugüne kadar aklınıza gelebilecek bütün çizgi tiplerin yer aldığı bir “çizgi tipler” sergisi yaptık. Son olarak bir de Mehmet Esen’in tek kişilik “Meddah” isimli oyununu getirmiştim. Arka arkaya gerçekleştirdiğim bu üç etkinlikten sonra tekrar grafik tasarım işlerine yoğunlaştım. Ama işte şimdi yeniden yavaş yavaş organizasyona geri dönüyorum.

Deniz: Az önce kısaca bahsettiğiniz, hayatın ritmiyle ilgili düşünceleriniz dışında, Çanakkale’deki yaşamla ilgili gözlemleriniz neler, Çanakkale’de yaşam nasıl?
Ragıp: Aslında olumlu ve olumsuz gözlemlerim iç içe, yani ne taraftan baktığınıza göre değişebilir. İnsanların bu kadar yavaş yaşıyor olması aslında güzel, özlediğimiz bir şey ama öbür taraftan, belki de bizim İstanbul deformasyonumuzdan da kaynaklı olarak, pek de ayak uyduramadığımız bir şey. Özelikle zamanla sınırlı bir şeyi yapmaya, yetiştirmeye çalışırken çok zorluk çıkaran, hatta bazen sinirlendiren bir şeye dönüşebiliyor. Bu yavaşlık ya da rehavet hali dediğim gibi bir yandan iyi bir şey, öbür taraftan ise hayatı zorlaştırabilen de bir şey. Örneğin buralı esnafta da var benzer bir durum: Çoğu zaman malını satmak umurunda değilmiş gibi davranabiliyor müşterisine.
Onun dışında şehrin içinde plajlar olması, hala temiz bir şehir olmayı başarması, sokaklarda büyük şehirlerde görmeye alıştığınız rahatsız edici şeylerin burada olmaması çok muhteşem şeyler. Böyle kalır mı bilmiyorum, eğer söylendiği gibi bu şehir dört kat büyüyecekse muhtemelen böyle kalamayacak. Şimdi büyüsün diye heves edenler, yarın “niye böyle olduk” diyecek muhtemelen. Ama bir şehir isterse kendisine dayatılan yolu reddedebilir.
Annemin bir lafı vardı “misafir misafiri istemez, ev sahibi hiç birini istemez” diye. Tabii ki Çanakkalelilerin bizim gibi sonradan gelenlere bir mesafe koymasını çok iyi anlıyorum ve buna ilişkin bir sıkıntım da yok ama bizimki daha komik bir şey tabi: Biz geldik yerleştik, şimdi yeni gelenleri istemiyoruz, “çok kalabalık oldu, değişti” filan diyoruz.

Deniz: Kültür üreten bir insan olarak, kendini kültür kenti olarak tanımlayan Çanakkale’nin mevcut kültürel atmosferini nasıl görüyorsunuz ve sizce bir kültür kenti kimliğiyle kendini var etmesi için neler yapılabilir?
Ragıp: Bu konuda şöyle bir yaygın algı var: Bir kültür kenti olabilmek için önce bir finans kenti olmak lazım. Mesela İstanbul gibi. Ama dünyada bunun tam tersi durumlarla dolu. Örneğin ilgilendiğim mizah alanından bir örnek verebilirim. Fransa’da küçücük bir kasaba var Angouleme isminde. Burada muhtemelen 45 yıldan beri uluslararası ve istikrarlı bir mizah festivali var. Bu o kasaba için, Fransa için önemli olmaktan çıkmış; tüm dünyadan mizahçılar için Angouleme’de olmak bir prestije dönüşmüş durumda. Bozcaada kadar küçücük bir kasabadan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu iş sadece dünya kenti olmakla ilgili değil. Kendine güvenen bir yerel yönetim, bu konuda ciddi ve sağlam adımlar atabilir. Bence çok büyük kaynaklara da ihtiyaç yok bunun için.
Ragıp İncesağırÖte yandan tiyatro deyince burada akla gelen vodviller, sabun köpüğü salon komedileri, biraz hicivli sahne gösterileri. Biraz daha “ağır”, “sanatsal”, tiyatro izleyicisine “keşke İstanbul’da olsaydık” dedirten oyunların burada gişe şansı var mı diye kara kara düşünüyorum. Bunun aşılabilmesi mümkün çünkü aslında sanat ve kültür alanı da bir eğitim işi. Eğer düzenli bir şekilde ve ısrarla desteklenirse; bu kentin insanının da esasen böyle bir kültürel ortamı özlediğini düşünüyorum. Bunun için sadece insanları “eğlendiren” ve bunun için de kültür ithal eden bir kentten ziyade, kültürü iç dinamikleriyle üreten bir hale gelebilirse kent; gerçekten “Kültür Kenti” kimliğini üstlenebilir. Çok da yakışır Çanakkale’ye…
Genel idarenin buna desteğinden açıkçası çok umudum yok, ama yerel idareden umutlanmak için hem hakkım hem de umudum var. Yaptıkları, gözlemlediğim çok güzel şeyler var. İlerde Çanakkale de bir Angouleme, bir Gabrovo gibi pek ala üreten, ilgi çeken, çekim merkezi olan bir yer haline gelebilir. Desteğe ve buradaki kültür insanlarının da işbirliğine, birlikte düşünmesine ihtiyaç var.
Bir örnek vermek istiyorum. 1992-97 yılları arasında beş yıl boyunca İstanbul Sarıyer Barış Festivali’ni organize ettim. O deneyimden öğrendiğim bir şey oldu: Festivallerin kökeni hasat şenliğidir, bağ bozumudur filan, bunu tabii herkes biliyor ama modern festivaller bugün sadece gösterme ve alkışlatma üzerine tasarlanmış durumda. Katılım ve etkileşim kavramları festivallerin hayatından çıkmış, çıkarılmış durumda. Mesela eskiden insanlar halay çekerlerdi, önemli olan halaydı ve o yüzden halaylar halka şeklinde olurdu. Ama şimdi halay seyrettirmeye yönelik bir şey olarak kurgulanıyor ve o yüzden da “seyirciye” dönerek ip şeklinde yan yana dizilerek çekiliyor. Halbuki asıl güzel olan halay çekmektir, halay seyretmek değil. Her şeyin sadece gösteri üzerine kurgulandığı bir kültürel faaliyet ortamı var. Sarıyer’de festival için her mahalleyle tek tek çalışılıp, eğilimlerine göre o mahallelilerin ürettiği şeylerin mahalle meydanlarında gösterildiği, dolayısıyla herkesin katılımıyla şekillenen, insanları da hem üretime dahil eden, hem de bu sayede birbirine yaklaştıran bir yapı kurmuştuk. Bunun inanılmaz sosyal sonuçları oldu, mahalleler kendi içlerindeki sorunları ya da diyalogsuzluğu bu sayede aşabildiler. Kentliyi bu işin içerisine dahil eden, onun da sadece izleyici olarak değil, aktif olarak kültür hayatının içerisinde olmasını sağlayacak bir çabayı maalesef asıl olması gereken yerlerde, yani sosyal demokrat belediyelerde göremiyorum. Kültür hayatının “hizmet” ve “gösteri” kavramları üzerinden yürümemesi gerektiğini düşünüyorum. Ben bunun değişmesi için ne yapabilirim bilmiyorum ama bu tür çabalara destek olmak ya da katkı sunmak isterim.

Deniz: Son olarak gelecek planlarınızdan biraz bahsedelim. Var mı Çanakkale için öngördüğünüz projeleriniz?
Ragıp: Öncelikle kendi işimi geliştirerek sürdürmek hedefindeyim. Bu şehirde, İstanbul’un kargaşasının dışında, daha sakin arkadaşlıklar kurabildim, onları daha derinleştirmek istiyorum. Son olarak da artık belli bir yaşa geldim, eskisi gibi enerjim yüksek olmasa da hala belli bir motivasyon ve heyecanım var, şehri ve insanları tanıdıkça bir sürü farklı şeyler üretebileceğimi düşünüyorum.

Deniz: Çok teşekkürler sizi tanıtma ve görüşlerinizi paylaşma fırsatı verdiğiniz için.
Ragıp: Ben de çok mutlu oldum.

Deniz Erbaş Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir