Ucuz Hayatlar

21/06/2013.

Günlerden Cuma. Saat 17.30 suları.

Sarı sıcakta, amelelik yaptıkların köyün tarlalarından, aceleyle bindikleri otomobille sıkış tepiş kendi köylerinin yoluna koyuldular.

O günkü çalışmalarının, bedeli olan paranın terini, iş elbiselerinin üzerinde taşırken hiç akıllarına gelmemişti, başlarına böyle bir felaketin geleceği.

Daha işleri vardı köylerinde. Küçücük bahçelerine diktikleri patlıcan, biber ve domatesleri sulayacaktı bir kaçı.

Birkaçı, gidip ineklerin memesine yapışacaktı. Ahır temizleyecekti birisi.

Kimisi o yorgunluğun üstüne yemek yapacaktı evde bekleyen çocuklarına.

Biriside, yaşlı babasına koşacaktı pişirdiği yemekleri doldurup çanaklara…

Gündelik işlerinin peşinde koşarken, gece yarısını bulacaklardı.

Ellerini yüzlerini temizlediklerinde, gece yarısını geçmiş olacaktı çoktan.

Yine ertesi günü bekleyeceklerdi, yorgun girdikleri yataklarında.

Her sabaha yorgun uyanacaklardı.

Yine de gideceklerdi çalışmaya, alın teri akıtmaya.

Gitmeseler olmaz mıydı?

Olmazdı.

Ellerine bakan çocuklarına “yok” demek dillerinden dökülebilecek bir kelime değildi.

Onlar, kıraç bir köyün çalışmak zorunda olan insanlarıydılar.

Anaları babaları; İzmir, Edremit, Karacabey, Adapazarı, Trakya… demeyip, hep bilek gücüyle çalışıp kazanmışlardı ekmeklerini.

Onlar çalışmayı biliyorlardı.

Alın terinin helalliğini biliyorlardı.

Onların, bu hayattan bıkkınlıkları yoktu.

Yaşamaktan, bıkkın insanlar değildiler.

Onlar, Sofular Köyü’nün insanlarıydılar. Yazgılarını peşinde koşan, insanlardı onlar…

Küçücük bir dikkatsizliğin kurbanı oldular. Hiç trafiğin olmadığı bir yolda takla atan aracın içinde hayatları allak pullka oldu.

Sadece kendileri değil aileleri de talan olup gitti.

Küçücük bir aracın içine sekiz kişi doluşmuşlardı. Şoförün dikkatsizliği sonucu acılara boğuldular.

İşte bu durumda şairin dediği aklıma geliyor.

“Haziranda ölmek zor”

O zorluğun içinde ölüveriyor birisi.

*

Haberlerini aldığımda, bir belirsizliğin içinde, geldim gittim. Çanakkale Devlet Hastanesi’nin, acil sevisi önünde beklerken, kimin karşıma çıkacağını bilmiyordum. Ambulansın gelip de kapılarını açtığında gördüğüm manzara, katlanılacak gibi değildi. Kimdi gelen? Yüzünün bilinmesi mümkün değildi, akan kandan. Sadece, sedyede yatan birisi vardı, o kadar.

Bir saat içinde hayatını kaybeden kadının, iş elbiseleri içindeki o perişan hali yüzünün durumu, beni öyle bir düğümledi ki, sökülemedim.

Çocukluğundan bildiğim, o Dünya’nın en iyi insanlarından birisi olan kadın, bir akşamüstü kayıp gitmişti. Bu olsa gerekti, haziranda ölmek.  Bir yıldız gibi gitmişti. Kimselere hissettirmeden, birdenbire sessizce. Oturdum bir çam ağacının dibine, güneş gözlüklerimin arkasına gizlenip ağladım sadece. Yüzüme su serperek, gizlemeye çalıştım ağladığımı.

Niye gizlersin be adam!

Ağla işte! Ağla ki gözyaşlarında ağlasın!

Şerife Atmaca (İzci) gitti. Acısı çocuklarına ve eşine kaldı. Toptan Sofular Köyü’ne kaldı.

Hafif sıyrıklarla kurtulanlar, evlerine döndüler. Beyinlerinde tedavisi mümkün olmayan korkularla…

Kepez’de Araştırma’da yatan iki yaralı var. İyileşmeye çalışıyorlar. Bu yaz gününde, bu sıcaklarda kolay mı hayata tutunmaya çalışmak? Kolay değil, haziranda acıları yudum yudum içmek.

İki kadının aileleri, bütün işlerini bırakıp bekleşiyorlar, hastanenin kapısında.

Sofular Köyü, acılarını sarmaya çalışıyor.

Ölen ölüyor.

Yaralananlar, bir şekilde iyileşiyorlar. İş güçlerini kaybediyorlar ya da kör topal devam ediyorlar çalışmaya…

Ömür boyu, bu kazanın travması ile yaşayacak birçok insan.

Kolay bir şey değil.

*

Davutköy, en sevdiğim köylerden birisidir.

Bu yıl okul aracının kaza yapması sonucunda büyük bir acı yaşadılar. Daha sonra bir arkadaş, traktörün altında kalıp vefat etti.

Davutköy, tarım arazilerinin sulanabilir olması nedeniyle, ekonomisi iyi bir köyümüzdür.

Şimdi ki gençlerin çoğunu da tanırım. Eğitime önem veren köyün, çok başarılı gençleri vardır.

Vardır da!

Gençlerin şımarıklıkları, ailelerin çocuklarını kontrol etmemeleri, her yıl bir felakete neden olmaktadır.

Gençler, süratli mobilet, taksi kullanmaktan her bahar ayı gelende, bir felaket yaşıyorlar. Her yıl birisi ölüyor ya da sakat kalıyor.

Kimsenin de bir ders çıkardığı yok bu durumlardan.

Bu yazıyı yazarken Yenice’den bir genç kaza yapmış yine. Ne yazık ki “Murat Ay” ölmüş.

Durum böyleyken, niye ucuzdur böyle hayatlar?

Niye dikkatsizdir ve ders almaz insanlar bütün bu olanlardan?

*

Sofular Köyü’nün sekiz insanı bu acıları yaşarken, otomobili kullanan gençte komada can çekişti. Davutköylülerin bu konuda hassasiyetlerini biliyorum. Kaza yapan çocuğun baba ve annesinin, nasıl ağladığını gördüm.

Hiç kimse, böyle bir kazanın olmasını istemez.

İstemez de, “birçok genç insanın hayatın acemisi olmaları,” bazı kazalara davetiye çıkarıyor, ne yazık ki.

Trafiğin olmadığı, tek tük aracın geçtiği bir yolda, hız yapıp tümsekte araba havalandırmanın, sonrada kuma kaptırıp takla atmanın izahını kim yapabilir?

İzahı olmayan tecrübesizliğin sonucu; ölüm, yaralanma, gözyaşı…

Yarım saat geç gidilseydi köye, ne olurdu?

Ölmek, işte bundan zor.

*

İnsanın; tanıdığı çocukluğunu paylaştığı ya da büyüdüğünü gördüğü insanların ölmesini izlemesi ve duyması çok zor bir şey.

İnsan hayatı, bu kadar ucuz değil.

Değil de: insan hayatını bu kadar ucuzlatan yine insanlar

Takla atan araç, yeniden satın alınabilir.

Şerife Abla’yı geri getirecek bir güç ve zenginlik yok, bu Dünya’da.

Birazcık “dikkat” Yenice!

Davutköy; “birazcık ders çıkar” bu kazalardan.

Ağlatmayın bizleri… Kendinizde ağlamayın…

Üzmeyin hem kendinizi hem de başkalarını…

Şu anda hastanede yatan Sofularlı bayanlardan birisi ölseydi. İnanın onların minik çocuklarının, gözyaşlarının bedelini kimseler ödeyemezdi.

Geçmiş olsun, Sofular Köyü.

Geçmiş olsun, Davutköy.

Yenice; Geçmiş olsun!

Şuayip Odabaşı Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir