Yenice’de Her Gün Doğa Yürüyüşü

Yenice’de her haziran ayının ilk haftası “Kazdağları Doğa Yürüyüşü” yapılır. Bu haziran da 17. kez yapıldı.

Çok önceden, Yenice Belediye Başkanı Sayın Veysel ACAR’a telefon ederek, tarihini ve program akışını öğrendim.

Okulumda ve Kepez’de ikamet eden tanıdıklarımdan, “Yenice’yi hiç görmemiş insanlar” vardı. Bir sohbet sırasında “götüreyim sizi” dedim.

Ben her yıl, doğa yürüyüşüne gelen giden birisiyim. Böyle bir program olmasaydı, yine tek başıma gelirdim, Yenice’ye.

Sayın Başkandan, doğa yürüyüşü içinde yapılacak etkinlikleri öğrenerek, geziye katılacak olanlara bildirdim.

Yenice’deki bu şenlikle ilgili Facebook sayfalarında dolaşan bir afiş gördüm. Afişi yayınlayanlar, “haber fotoğrafın üstünde gizlenmiştir” gibi ifadeler kullanmışlar. “Gizlenmiş olan neyse” ben bulamadım. Başka yerlerde, bir başka tanıtım çalışması görmedim. Doğa yürüyüşüne gelen misafir sayısına bakınca, gerçekten bazı şeyler iyi gizlenmiş.

Yenice’ye, Kepez Belediyesi’nin sağladığı otobüsle, sabah saat sekizde yola koyulduk. Otobüs doluydu.(Bu arada, Kepez belediye Başkanımız Sayın Dr. Ömer Faruk Mutan’a teşekkür ederiz.) İlk defa Yenice yoluna düşen insanlar, heyecanlıydılar.

Atikhisar Barajı‘ndan itibaren insanların, yeşilin tonlarına karşı duyarlılıkları değişti. Çan Sapağı’ndan sonra otobüstekilere, Çal Kalesi’nin olduğu tepeyi gösterdim.

“Şu tepeyi aştıktan sonra iklimde değişecek” dedim.

O yokuşu bitirip te, Çal Sapağı’ndan sonra, Çınarcık düzüne sallanınca, Yenice’nin doğası kucakladı herkesi. Yeşilin, bin bir tonu ile karşılaşan insanların, hayranlığı gözlerinden okunuyordu.

Çanakkale’nin çıkışında, Kurşunlu Köyü yolunda gördükleri çınarları, Çınarcık düzünden Aşağı Karaaşık Köyü’ne kadar olan bölümde görenlerin, meraklarını gidermek için, anlatıverdim çınarların hikâyesini.

“Aynı çınarlar, Yenice’nin çıkışında Balıkesir’e giderken de var” dedim ve ekledim. “Balıkesir-Çanakkale asfaltı, ülkemizin ilk asfalt yoludur. Her iki yanına da çınarlar dikilmiştir, yol yapımı sırasında. Bu çınarlar, M. Kemal Atatürk’ün çınarları. 1934 yılında bir nisan ayında, M. Kemal Atatürk, o zamanlar yurdumuzu ziyaret eden İran şahıyla bu yoldan geçmişleridir.”

O çınarlar ki; bu gün o günlerin şahidi olarak beklemekteler yolların kenarlarında.

Yenice ile ilgili bir şiirimde, şöyle bir dörtlük yazmıştım.

 

“Atatürk’ün susasından.

Çınarların arasından.

Şu gönlümün yarasından.

Yenice’ye hoş geldiniz.”

Asfalt yolun adı “susa” oluyor, Yenice’de.

Davutköy sapağını geçince içim burkulsa da, hiçbir şeyi paylaşmadım misafirlerimle. Davutköy Göleti’ni seyrettik. Kaptanımıza, “kıvır direksiyonu sağa” dedim. Giriverdik, Yenice Göleti’nin yoluna. Göletin gövdesini görünce, bir şey anlayamayanları, indirip otobüsten, o yokuşu yürüttüm. En öncede kendim çıktım, göletin gövdesine. Setin üstüne çıkanların, “hayret uyandıran sözlerini” duymanız gerekirdi.

Müthiş bir manzarayı, içlerine sindire sindire inceledi insanlar. Fotoğraflar çekildi. Bahar, bütün cömertliğiyle, her yeri bir gelin gibi süslemişti. “Çanakkale’de Yenice adını duymuştuk ta, güzelliklerini bilmiyorduk. Biz geç kalmışız, Yenice’yi keşfetmekte…” gibi konuşmaları sürdü gitti gelenlerin.

Doluştuk otobüse, İdris Dayı Çeşmesi’nde verdik mola. Kahvaltı ettik. Piknik alanı çok temizdi. Hatta bir mangalın yanında, tutuşturucu odun bile vardı. Çocuklar, piknik yerindeki  köpeklerle ve kedi yavrularıyla, hemen arkadaş oldular.

Daha sonra, Nevruz Başına çıkıp Yenice’yi ve çevreyi seyrettik. Yenice’nin güzelliklerini seyrederken Yenice depremini soranlara, gerekli bilgileri verdim. Birde Eski Yenice Camisi’ndeki “Akbaş Cephaneliği’nden” kaçırılan silahların, akıbetini anlattım. Hamdi Bey’i anlattım. Dramalı Rıza Bey’den bahsettim. “Kuva-yi Milliye” hareketini anlattım.

Nevruzlu işadamı, “İbrahim Bodur’u” anlattım.

Nevruz Başından indik aşağıya, gidiverdik “Issız Cuma’ya.” “Issız Cuma Camii” ile çevresinin, tarihi önemini anlattım misafirlerime. Kasaba ve mayıs Sıkıntısı filmlerini anlattım. “Nuri Bilge Ceylan’dan” bahsettim. Şarkı sözü yazarı, “Şakir Askan’dan” örnekler verdim. Ben, tam rehber oldum yahu! Yani mihmandar!

Issız Cuma’dan sonra, Gazi Çeşmesi’ne gittik. Çeşmeye odaklanıp, o günleri aktardım misafirlere. Çakır Köyü’ne baktık şöyle bir. Gazi Çeşmesi’nde Atatürk’ü karşılayan ve Atatürk’ün elini öpen çocuklardan anlattım.(Hepsi rahmetli oldular)

“M.Kani Can” öğretmenimden dinlediğim bir anıyı aktardım, size de yazayım.

“Atatürk ve İran Şahı, Yenice sınırlarına girdiklerinde, Alancık diye bir köye gelirler. “Alancık Köyü,” Yenice’nin Balıkesir sınırında bulunan bir köydür. Asfalt köyün içinden geçer.Bilmeyen yoktur, bu köyümüzü.

Köyün içinden geçerken, İran Şahı Atatürk’e; “çatıları çavdar sapından, ottan çalı çırpıdan yapılmış, Afrika’daki ilkel kabile evleri gibi olan, derme çatma kulübelerin” ne olduğunu sorar.

M. Kemal Atatürk, bu yapıların köylülerin yaşadığı evler olduğunu bilir. Bilir de. İran Şahı’na;

“Bu gördükleriniz, yaylaya çıkan köylülerin hayvanlarını barındırdıkları kulübelerdir,” der.

Ne dersiniz?

“Bazen kol kırılmalı, yen içinde kalmalıdır.” Mesele bir ülkenin onuruysa, her şey mubahtır.

*

Gazi Çeşmesi’nde bir yağmur başladı, birden. Yenice’nin doğası, yağmurun bereketli damlalarıyla yıkanmaya başladı. Bizde seyrettik. Yenice’nin, deli lodosu yoktu. Yaprak kıpırdamıyordu. Bütün ağaçlar yağmura teslim olmuştu. Bizde teslim olduk. Otobüsün camından seyrettik sadece. Yolu bölüp geçen kaplumbağanın, acelesi yoktu hiç. Bizimde yoktu.

*

Nevruz başından gördüğümüz, “havuzbaşına” yollandık. Yenice’nin tam dibinde, Yeni Yenice’yi, tepeden gören bir otel yapımına başlanmış. Eski Yenice Camii yanında, durdurduk otobüsümüzü. Misafirlere, bu camiyi ve çınarları tekrar anlattım.

Aşağı yoldan, insanlar yukarı doğru gitmekteydiler. Kimisi sadece baktı bana, Tanıdıkları halde, selam bile vermediler. Nihayet birisi “hoş geldiniz” dedi de, Yenice kurtuldu. Bende takıldım, “Nereye gidiyonuz böle?” diye. Birisi atıldı.

“Yokarda hampa vamış. Belediyenin hampası!”

Sordum.

“Seve misiniz hampi?”

Şak cevap, soru olarak geldi

“Sen sevmenim?”

“Doğa yürüyüşü kaç yıldan beri yapılıyor?”

Önemli değil. Birçok insan, bazı şeylerin farkında bile değil. Hayat, “hampa” denilen tıkınmaya odaklanmıştı. Bir insan, hep aynı yerde yaşarsa, yaşadığı yerin güzelliklerini göremezmiş.

Havuz başının önündeki çadırların altında, oturmaktaydı insanlar. Bizim Kepezliler, gödeklerden, peynirlerden ve reçelden aldılar. Yendi içildi. İlk defa milli olan Kepezliler, yürüyüş şapkası sordular bana. Bende “Berna Hanım’a” söyledim. Herkese birerde şapka verdiler. Yetmedi şapkalar, üstünü “Şerife Hanım” tamamladı. Evlerinde saklayacaklarmış, şapkaları bazıları.

Herkes gitmiş bir biz kalmışız, havuz başında. Yürüyerek indik, garajın içine.

Öğretmenevini, biz doldurduk.

Konseri bekledik. Bir akislik vardı ki, bekledikte bekledik. Yağmur sonrası uykusu mu geldi ne oldu, insanların. Ne bileyim, Orhan Hakalmaz, hakkını verip çok iyi coşturamadı insanları. Birde, baştan yaptığı konuşmayı, yutmadı birçok kişi. Şeker yerine tuz kullandı, sanatçı arkadaşımız.

*

Bir otobüs biz gelmişiz. Yarım otobüs Terzialan gelmiş. Nerde bu millet? Başka gelen var mıydı dışarıdan? Ne oldu da, insanlar gelmez oldular? Bir hareket yoktu, Yenice’de. Kimse yağmuru suçlamasın. Bahane bulmaya çalışmasın kimse! Yağmura laf yok.

Doğa yürüyüşü, bizim (benim) için önemliydi. Yenice için ne ifade ediyor? Anlamış değilim.

Allah aşkına, tanıtımı ve insanları davet etme, konusunda ve diğer konularda, bir şeyler yapın. Eksiğinizi siz bulun.

Doğa yürüyüşünün olduğu gün saat yedide dükkân mı kapatılır? Kapatılır. Etkinlikte dışarıdan gelen olmazsa kapatılır. Kapatmazsan ne yapacaksın. Sofularlı Mehmet Dayı’ma peynir mi satacaksın? Konsere gelen (geldilerse) Tabanlılar, aç gelip lokantaya mı gidecekler?

Garajın içinde gençlere yönelik bir etkinlik yoktu. Gençleri, ihmal etmemek gerekli bence. Konseri, yarıda bırakıp, döndük Kepez’e.

Yenice’ye her gün doğa yürüyüşü…

Dışarıdan gelenlere bir gün…

O bir gün akılda kalmalı.

Bırakabilirseniz, kalır…

Aklım; Yenice içinde, sokakların sağında ve solunda, yeşil cevizlerle kırmızı kirazlardaki yağmur damlalarında kaldı.

Birde bulutlar vardı, yağmur sonrası…

Bir kumru kuşunu da gördüm, bir evin kandağında…

Çoktan beri görmediğim, fidanlarda büyümüştü…

Çocuklarda…

Takılı kaldı aklım, bir yerlere…

Hepsini sayamam ki!

Yenice’ye, takılı kaldım.

“Yenice beni (bizi) taktı mı?”

Bilmiyorum!

Şuayip Odabaşı Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir