İki Kadın, Birisi Dilenci

29 Haziran 2011.

Günlerden Çarşamba.

Sıcak bir gün.

Bir türlü gelemeyen yazın, sıcak bir günü.

Park sorunu içinde boğuşan Çanakkale’de, aracımı park ettiğim yerden, ulaşmam gerekli olan yere kadar yürüdüm.

Her gün arabayla gel git, eklemlerim iyice hamlaşmış.

Bir ben değilim, hareketsiz olan. Artık çok kişi, tuvalete bile araçla gidip, girecek içeri.

Birileri araçla girilen bir tuvalet filan icat ederse, kesin köşeyi döner.

Yoruldum yürümekten. Halk Bahçesi içinden geçerken ağaçların gölgesi ve serinliği hoşuma gitti.

Kedi ağacının önündeki bir oturağa oturdum. İki kedi ağacın tepesinde kıvrılıp yatmışlar. İyi uyku çekiyorlar. İnsanlar gelip gidiyor. Bir telaş var insanlarda. Saat sabahın 10’u olmuş.

Halk Bahçesi’nin kapısına yüzünü dönmüş yaşlı bir kadın oturmakta kenarda. Önünde bir terazi durmakta. Yan tarafında bir erzak çantası, yan yatmış. Bir şişede suyu var. Kadın nereden geldi, sabah kaçta geldi? Bilmiyorum.

Kesin olarak, memurlardan önce başlamıştır mesaiye.

Kadını gözledim.

Çantasından bir parça ekmek çıkarıp yedi. Birazda su içti. Yanından geçenlere, “tartayım ağabeyler, ablalar” gibi sözlerde söylemiyor. Sadece bekliyor.

Birisi çıkacak kantarın üstüne, kilosunu öğrenecek. Kadına para verecek.

Gidin her eczanede bir kantar var.

Dijital kantarlar.

Tartıl tartıl çık.

Eskidendi sokakta tartılmak.

Sokaklar kilolu insanlardan geçilmiyor. Herkes kantarlara, darılmış zaten. Baskül kâr etmiyor. Birkaç tonluk kantar lazım vatandaşlara.

İnsanlarımız, şişmanladı son yıllarda.

Yeni adıyla, “obez insan” sayısı çoğaldı.

Hele gençler, bilhassa kızlar.

Tıkınıyoruz. Yiyoruz. Yapay sahte gıdalar. Sığmıyoruz elbiselere. Hareket etmiyoruz. Varil gibi olduk vallahi.

Şu çelişkiye bak.

Birileri yiyip yiyip şişmanlarken…

Bir kadın birilerinin kilosunu tartıp, ekmek parası kazanacak.

Ne yaman çelişki.

Ayrılıyorum kadının yanından.

Bir annenin bir dijital terazinin başında beklemesi, para araması ve bu çarpıklık sinirlerimi bozuyor.

Keşke kuru ağacın tepesinde, kedi olsaydım.

Birileri nasılsa ekmek veriyor kedilere.

Bir annede ekmek parası için tartı aletinin başında bekliyor.

Tartılacak birisini bulursa.

*

İşim, saat 15’te bitti.

Sahilden yürüdüm. Aynalı Çarşı’ya çıkan yolda yürüdüm. Trafik yok. Doğru. Elektrikli bisikletler moralimi bozdu. Arkamdan önünden zırt pırt geçmelerine gıcık oldum.

Devlet hastanesinin olduğu yöne doğru yürümeye başladım. Fen Lisesi’nin arkasındaki yolda yürüdüm. Lisenin duvarı üstüne oturmuş bir kadının sesi ile irkildim. Kadın ağlar gibi bir sesle elini açmış dileniyor. “Ne olursunuz yardım edin.” “Allah rızası için, çocuğunuz için…”gibi sözlerle inanç sömürüsü de yapmıyor. Kadına dönüp dönüp baktım. Yaşı 60-70 arasında bir kadın. Elini uzattığı yere hiç bakmıyor, demek ki utanıyor. Sadece ağlamaklı bir sesle para istiyor insanlardan. Kadının beyaz bir başörtüsü var. Ninemin namaz kılarken örttüğü örtüden. Beyaz örtüsü omuzlarından aşağılara doğru iniyor. Ayağında şalvarı var.

Emniyet Müdürlüğüne elli metre mesafede bir kadın, dileniyor.

Çanakkale’de bir dilenci.

Bu kadında bir annedir.

Çocukları vardır kesinlikle.

Kocası da vardır.

Yalnızda yaşayabilir.

Kesinlikle sahipsiz değildir.

Evinde bir değil de iki köpek besleyenler…

Görürler mi bu kadını?

Kadının yanından ilgisizce geçiyor insanlar.

Ben dönüp dönüp bakıyorum. İnsanlarda bana bakıyor.

Ben kadını görüyorum.

Beni gören insanlar, kadını görmüyor.

Kadına para vermedim.

Vermedim işte.

Verseydim vicdanım rahat olur muydu?

Belki birkaç dakikalığına olurdu.

Sonra?

Kadın, dilenmeye devam ederdi yine.

Bu kadına, bir lira vermek sorunu çözmüyor ki.

Bu kadına para vermek çare değil ki.

Bu kadını, bu duvarın üstüne oturtup dilendiren nedenleri bulup yok edeceksin ki.

Sorun, toplumsal bir yara olmaktan çıkıp gitsin.

*

Batman’da, Diyarbakır’da çok dilenci gördüm.

Mevsimlik olarak dilenmek için, İstanbul’a gelenleri biliyorum.

Yenice’de kolları olmayan bir genci, kış günü soyup herkese gösterip para toplayan paltolu birisini de gördüm.

Sakat bacaklarını yol üstünde açıp bağıra bağıra dilenenleri de gördüm.

Yüzsüz çok dilenci gördüm.

Ahlaksız çok dilenci var.

Kendisine para verenlere “salak enayi” diyenleri de gördüm.

Hiç etkilemediler beni.

Hüzünlendirmediler.

Hiç acımadım onlara.

Gözümden hiç yaş gelmedi.

*

Çanakkale’de, Demircioğlu Caddesi’nin kontesi Naciye Teyze bile üzmüyor beni.

(Naciye teyze Yeniceli olur. Çocukluğumdan bilirim.)

Naciye Teyze dilenmez. Verirlerse alır. Vermezlerse sadece susar.

Naciye Teyze’nin hayat tarzı, sadece ders verir bize.

“Hayat Dersi.”

Fen Lisesi’nin duvarında oturan kadında “Vicdan Dersi” verir.

*

O kadın, o duvarın üstünde beklememeliydi.

Beklememeli.

O kadın evinde, seccadenin üstünde beklemeliydi.

Yüzünde güller açmalıydı.

O kadını o duvarın üstüne getiren olumsuzlukları, çarpıklıkları ben oluşturmadım.

Sizde oluşturmadınız.

Birileri oluşturdu.

“Sosyal” olmanın gerekçeleri o kadının havada kalan ellerinde yok olup gidiyor.

“Sosyal Adalet” gözlerini birden kapatıyor.

“Bir yerde çok ekmek. Bir yerde yok ekmek.”

Ne yaman çelişki.

Bir tartı aletine takılmış kadın.

Birde insanların vicdanına takılmaya çalışan kadın.

Sadece iki kadın.

Kadınlar.

Analarımız.

Bilmediğimiz kadınlar.

Görmediğimiz kadınlar.

Ben bir kedi olsaydım.

Nankör bir kedi.

Bu iki kadına takılmasaydım.

Timsah gözyaşlarım bile yok.

Boğazım düğümleniyor birden.

Gözlerime toz kaçtı galiba.

Şuayip Odabaşı Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir